DOSYA HABER Yazdır Kaydet

Karadeniz'in dinmeyen çığlığı: Çernobil faciası (3)

Dosya Haber
Ekim 14 / 2016


 

 
Çernobil tanıkları: Gerçeğin üstü örtülmesin
 
Evrim Kepenek/JINHA
 
HABER MERKEZİ - Çernobil katliamı yaşandığında Doğu Karadeniz'de olan kadınlar, “Ne vakit ki kanser Karadeniz'in kaderi oldu o zaman gerçeği anlatanların sesleri duyulmaya başladı” diyor. Çernobil'in yasaklı bir konu gibi tabuya dönüştürüldüğünü söyleyen kadınlar, gerçeğin üstünün örtülmemesi için çağrı yapıyor.
 
Çernobil katliamı Doğu Karadenizli kadınların hayatında adeta bir dönüm noktası. Olaylar anlatılırken veya geçmişten bir örnek verilecekken "Çernobil'den önce ve sonra" diye anlatılıyor. Hopa'da Sosyalist Kadın Meclisleri'nde çalışma yürüten Nurcan Vayiç, Çernobil’den sonra toprağın verimsizleştìğini, meyve ve sebzelerin olmadığını söylüyor. O dönem çocuk olduğu için patlamaya dair hatırladıklarının sınırlı olduğunu söyleyen Nurcan, bilinçli bir şekilde konunun kapatıldığını, ailelerin de korku yaratmasın diye konuyu dillendirmediğini belirtiyor.
 
"Hastanede çalışan bir doktor radyasyonun etkilerinin yirmi yıl sonra ortaya çıkacağını söylemişti" diyen Nurcan, Çernobil gerçeği ile ancak ölümler gerçekleşmeye başlayınca yüzleştiklerini söylüyor.  Hastalıkların tek nedeni olarak Çernobil'in gösterilemeyeceğine dikkat çeken Nurcan, bu konuda bir araştırma yapılmamış olmasının büyük bir eksiklik olduğunu vurguluyor. Devletin geçmişte olduğu gibi bugün de konunun üzerini kapatmak istediğini belirten Nurcan, "Toprağa gömülen çaylar yıllar sonra ortaya çıktı, bu bilimsel gerçeklerin de ortaya çıkmasını bekliyoruz" diyor.
 
‘Kimse bize gerçeği anlatmıyordu’
 
Kadının doğa ile kurduğu bağ düşünüldüğünde Çernobil en çok kadınların hayatını etkilemiş. "Trabzon'da 3 kafalı çocuk doğdu" söylemleri ile büyüdüklerini, ancak hastanelerin bu konuda açıklama yapmadığını anlatan Asiye Atagün isimli kadın da,  "Kötü bir şey olmuştu sanki, ama kimse bize gerçeği anlatmıyordu. Sankì çok uzakta olmuştu" diyor.
 
Çernobil'in ardından yağmurlardan korkmaya başladıklarını anlayan Asiye, ilk uç gün sokağa çıkmayarak kendilerini radyasyon etkisinden koruduklarını da gülümseyerek anlatıyor. Akkuyu ve Sinop'ta nükleer santral yapılmasını istemediğini belirten Asiye, Çernobil’in etkilerinin tam olarak anlatılması gerektiğine vurgu yapıyor.
 
Ücretsiz fındıklar, çay içen devlet yetkilileri
 
Çernobil'i kanser nedeni olarak gören ve anne babasını kanser hastalığından kaybeden sivil toplum uzmanı Dilek Dündar da Çernobil'e tanık olan kadınlardan. "Erken 12 Eylül'ü yaşayan ve nüfusun yarıdan fazlasının gözaltına alınıp işkence gördüğü, sürgünlerin ve mahpuslukların ardı sıra yeni nüfus istihdam edilen bir kentte, Fatsa'da doğdum ben. Çernobil yaşandığında Fatsa'nın üzerinden adeta bir dozer geçmişti" diyerek sözlerine başlayan Dilek, "Çernobil'e dair o gün bildiklerim, yerli malı haftasında dağıtılan ücretsiz fındıklar ve ekran karşısında çay içen bir devlet yetkilisinden ibaretti" diyor.
 
Dilek de Nurcan gibi konunun kapatılmaya çalışıldığına dikkat çekerek, şunları söylüyor: "İşin doğrusunu öğrenmem zaman aldı. Ne vakit ki kanser Karadeniz'in kaderi oldu o zaman gerçeği anlatanların sesleri duyulmaya başladı. O sesler bize Çernobil'in bir nükleer santral olduğunu, patlamayla birlikte üzerimize radyoaktif madde yağdığını, dönemin iktidarının tüm uyarılar rağmen bunu görmezden geldiğini ve kara günlerin gelip çattığını anlatıyordu. İşte o vakit öğrendik biz de Çernobil'i. Ama artık çok geçti. Çünkü çığ gibi büyüyordu kanser. Her aileden en az bir kişi. Adı kötü hastalık olmuştu ve ben de nasibimi aldım. Önce en yakın arkadaşım Kazım, ardından 6 ay arayla annem ve babam. Özetle nükleer enerji santrali Çernobil'in bendeki ifadesi kanser... ve ölüm.. Ne yazık ki yalnız da değilim bu konuda. 
Elbette söz konusu kanser olunca ilaç endüstrisinden GDO'ya birçok neden var ortada. Ancak Çernobil bu listenin başına altın harflerle adını yazdırdı.”
 
Zehirli sular, zehirli topraklar, zehirli denizler
 
Ìstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden Yrd. Doç. Dr. Çiğdem Şahin, aynı zamanda Fener Balat Kentsel Dönüşüme Karşı Mücadele Derneği Halk Sözcüsü ve Genel Sekreteri. Çiğdem, Çernobil ile ilgili şunları söylüyor. 
 
"Çernobil, dünyanın en büyük facialarından belki de en kötüsüydü. Çevredeki insanlar ne olduğunu anlamıyorlardı. ‘Ne oldu çocuklar, dünyanın sonu mu geldi’ diyorlardı. Hayvanları dışarı çıkarıp vuruyorlardı. Bunu yapmakla görevlendirilen biri ‘Atlar, onları vurmak için dışarı çıkarttığımızda ağlamaya başlarlardı’ diye anlatıyor. Radyasyon alan insanlardaki ilk belirti, koku alma duyularını yitirmeleriydi. Bitkindiler, öğrenciler dersin ortasında sıra üzerine yığılır ve bilinçlerini kaybediyorlardı. Herkes mutsuz ve asık suratlıydı. Anneler günlük giydikleri giysileri her gün yıkamak zorundaydılar  Bahçelerinde yetişen güzelim yiyecekleri, domatesleri, salatalıkları iki yıl boyunca yiyemeden imha etmek zorunda kalmışlardı. İnsanlar bazı şeylerini radyasyon ölçtürmek için getirirlerdi. Ama her şey limitlerin o kadar üstündeydi ki sonradan vazgeçtiler. Çaresizce aynı toprağı ekip biçmeye devam ettiler. Bu ürünlerle beslenen hayvanların etini ve sütünü kullanmayı sürdürdüler. Çocuklar zehirli toprakların üzerinde oyun oynuyor, insanlar zehirli sular içiyor, zehirli yiyecekler yiyor, zehirli denizlerde yüzüyordu. Sonuç kanser vakalarından ölen insanların sayısı yüzde iki yüz artmıştı. 
 
‘Çocuklar hala hastalıklı doğuyor’
 
Çernobil felaketinin üzerinden 30 yıl geçti ama günümüzde bile, binlerce çocuk hala sakat veya hastalıklı doğuyor ya da sonradan üzerlerinde biriken radyasyonun kurbanı oluyorlar. Hastanelerde tedavi gören onbinlerce çocuk, geçen her gün bir başka arkadaşlarının radyasyona yenik düştüklerini öğreniyorlar. Sizlerle paylaştığım bu bilgileri daha ayrıntılı olarak Svetlana Aleksiyeviç’in tarihe tanıklık eden ‘Çernobil’den Sesler’ adlı kitabında da bulabilirsiniz. Aktardığımız bu bilgilerin her biri Çernobil gerçeğini canlı yaşamış tanıkların ağzından alınmıştır.” 
 
“Radyoaktif kirlilikten en çok etkilenen Bölgelerden biri şüphesiz Karadeniz bölgesiydi” diyen Çiğden, dönemin yetkililerinin gerçekleri tüm örtme çabalarına rağmen Karadeniz  insanının gerçeği bildiğini söyleyerek, aktivistlere ve özellikle Kazım Koyuncu’ya dikkat çekiyor ve şöyle devam ediyor: “Sorunu sürekli gündemde tutmaya çalışmışlardır. Çünkü Karadeniz'de her geçen gün kanser vakaları artmış, başta Kazım Koyuncu olmak üzere birçok insan genç yaşta kanserden hayatlarını kaybetmişti. Her aileden en az birkaç kanserlinin bulunduğu Karadeniz'de halen bu sorun ölüm vakalarının baş nedeni olmaya devam etmektedir. Sevgili Kazım Koyuncu’yu bu konudaki mücadeledeki öncülüğü ve emeklerinden dolayı bir kez daha buradan sevgiyle anıyoruz.” 
 
Çiğdem son olarak, Çernobil’le birlikte nükleer santrallere de dikkat çekiyor ve “Bugün hala bizi yönetenler tüm bu gerçekleri bildikleri halde dünyanın terk ettiği nükleer santralleri ülkemizde kurmaktan çekinmiyorlar” diyor.
 
Yarın: Kanserle mücadele eden yaşam savunucusu Aysun Paksoy anlatıyor
 
(sy)