Türkiye-Kürdistan'da savaş suçları ve yüzleşilmesi gereken hakikatler (4)
Dosya Haber
Zehra Doğan/JINHA
HABER MERKEZİ - İnsan haklarına yönelik suçların yoğun yaşandığı Kürdistan'da tüm erk anlayışlı yönetimler, işkence yöntemlerinin en ağırını kadın bedeni üzerinde gerçekleştirdi. Kürdistan'da Kürt özgürlük mücadelesinin ilk başladığı yıldan bu yana, kadınlar saflarda yerlerini alırken, yönetimin en ağır baskıları ise yine onlara yönelik gerçekleşti. Tecavüz saldırıları, yerinden etme, çocuğunu katletme, ağır işkence gibi daha birçok yöntemle kadına yaklaşan hükümet tarafından Kürt kadınlara yönelik insan hakları suçları işlemeye devam ediliyor. Kürt kadınları ise direnişle saldırılara karşı duruyor.
Her gelen yeni iktidarla beraber tarihinde kara bir leke oluşturulan Türkiye'de Kürtlerin mücadelesi 1970'li yıllardan günümüze kadar devam ederken cuntacı yönetimden, sürekli "Demokratik Türkiye" söylemleriyle katliamlara devam eden günümüz hükümetine kadar, kadınlara yönelik savaş suçları da hiç düşünülmeden işlendi, işlenmeye devam ediyor. Tarihe derin bir iz bırakan köy yakmalar, sorguda tecavüz, gözaltılar, tehdit telefonları, cinsel yönde korkutma politikaları, çocuklarını katletme yöntemleri ile dönemin hükümetleri tarafından Kürt kadınlara yönelik sistematik bir şekilde işlenen işkencelerin tüm yöntemleri uygulanmaya devam ederken kadınlar 70 ve 80'lerde Sakine Cansız öncülüğünde zindanlarda ilk direnişin tohumlarını ekti. Tohumların yeşermesiyle kadınlar dağlara adeta akın ederken, geriye kalan kadınlar dağlara gidenlerin anneleri oldukları için ya işkenceden geçiriliyor ya da yerlerinden ediliyordu. Tüm bunlara karşın kadınlar, acı dolu bir kabus oyunu yazılan Türkiye'nin 1980 ve doksanlı sahnelerine direnişçi misyonlarıyla belirdi. Cumartesi Anneleri'yle başlayan direniş, Barış Anneleri ile daha da gürleşirken, katliamla korkutma politikalarına karşı Roboskili Anneler ise Kürt kadınların direniş mücadelesini daha da alevlendirdi.
Maraş Katliamı
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın 6 Mayıs 1972'de idam edilmesi ülke tarihinin kara olaylarından biri olarak kayıtlara geçerken bununla beraber saman alevi gibi gelişen gözaltından öldürmelerin ve katliamların ardı arkası bir türlü kesilmedi. Türkiye'de 1970'li yıllarda sağ sol çatışmasının başlamasıyla beraber 9 Aralık ile 26 Aralık 1978'de Maraş'ta meydana gelen Kürt-Alevilere yönelik katliamla beraber yüzlerce kadın ve çocuk yaşamını yitirdi, evlerinden edildi ve evleri yağmalandı. Alevilere ait 200'ün üzerinde ev yakıldı, 100'e yakın işyeri tahrip edildi. Bir gün ansızın yaşanan olaylarda Aleviler her şeyini geride bırakıp can havliyle kaçarken, onlarca çocuk bu kaybolurken, bir çok çocuk ise babaları gözlerinin önünde katledilmesi nedeniyle ağır travma yaşadı. Katliamda hamile kadınlara yönelik askerler tarafından işkence yapıldığı da kayırlar arasında.
12 Eylül ve darbe
Tüm bunların ardından Türkiye tarihinin işkence tezgâhlarında karartılan yılları 12 Eylül 1980'lerde başlamış oldu. "Siyasi istikrarsızlık" gerekçe gösterilerek "Bayrak Harekatı" kod adıyla yapılan askeri darbeyle beraber Türkiye sahnelerinin katliam perdesi aralanırken, darbeyle beraber 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 517 kişiye idam cezası verildi, 50'si asıldı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi ve 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. Neredeyse her gün sokağa çıkma yasağının ilan edildiği 1980'li yıllarda 300 kişinin kuşkulu bir şekilde öldürüldüğü, 14 bin kişinin ise yurttaşlıktan çıkarıldığı olaylarının yaşanmaya devam etmesine rağmen 1982'de halkın yüzde 92'sinin kabul ettiği darbe anayasasının yürürlüğe girmesiyle 171 kişi işkenceden öldürüldü. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi, cezaevlerinde toplam 299 kişi katledildi, 14 kişi açlık grevinde öldü, 16 kişi kaçarken vuruldu, 95 kişi çatışmada katledildi.
Ve kadınlar...
Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin cesur, iddialı ve azimli yürüyüşçüsü kadınların tekrar direniş saflarında yer almaya başlamasının tarihi de 12 Eylül dönemine denk gelir. Giderek daha faşist bir hal alan Türkiye'de 27 Kasım 1978'de PKK'nin kurulmasıyla beraber kadınlar kendini bu mücadelenin içinde bulur. Öyle ki zindan direnişiyle Kürt kadın mücadelesinin efsanevi ismi olan Sakine Cansız, PKK'nin kurucusu olarak kadın mücadelesinin öncü misyonunun ilk tohumlarını ekmiştir.
Kürdistan'da başlayan direnişle beraber darbeci yönetimin yüzü Kürdistan'a doğru çevrilir ve bununla beraber sokak ortasında, boş dükkanlarda, tarlalarda kanlı katliamın gerçekleştiği dönemler başlar. Tam da bu dönemlerde The Times gazetesi tarafından 29 Nisan 2008'de 'Dünyanın en kötü 10 cezaevi' içerisinde gösterilen Diyarbakır Cezaevi açılarak Kürtler tek tek öldürüldü ve ağır işkencelerde geçirildi. Diyarbakır zindanları katliam ve işkenceleriyle tüm Kürtler tarafından kendisine nefret duyulan Esat Oktay Yıldıran dönemiyle daha korkunç bir hal alırken, köpeği "co" ile beraber zindan koridorlarında korku saçarak en ağır işkencelerini kadınlar üzerinde uyguladı.
Tutsak kadınlara ağır işkence
Kadınlar "meydan dayağı" diye adlandırılan işkence yöntemi ile koğuş avlusunda saçları çekilerek, darp edilerek saatlerce işkenceye uğrar, hemen ardından tazyikli su altında tutturulur, aç bırakılır, tecavüz edilir ve aylarca tek hücrede yalnız aç susuz bir şekilde bırakılarak işkence edildi. Her türlü işkence yönteminin kadınlar üzerinde uygulandığı Diyarbakır zindanında birçok kadının tecavüzcüsünden hamile kaldığı kayıtlar arasında. Toplu işkence, sistematik tecavüz, hakaret ve küfürlerle kadınların üzerinden atlatamayacağı tahribatlara neden olan uygulamalarına karşı daha sonra ise 2011 yılında başlatılan 12 Eylül davasında ise mahkemenin kadınlardan tecavüze uğradıklarını ispatlayacak belge istemesi ile kara tarihine bir yenisini de eklemiş olacaktı.
Kadınların zindan direnişi başlar
Kendisine işkence yapan Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran'ın yüzüne tüküren yürekli ve asi bir Kürt kadını olarak tarihteki yerini alan Kürt kadının direniş önderi Sakine Cansız da bu dönemlerde kadın özgürlük mücadelesini zindanlarda başlatmış olur. Öyle ki Esat Oktay'ın hükmünü geçiremediği tek bölge kadınların kaldığı koğuşlar olur. Birçok koğuşta belirli şeyler kabul edilmiş olsa bile kadınlar koğuşunda direnmeyi bir gelenek haline getirmişti. Kadınlar tüm olumsuzluklara rağmen örgütlü bir duruş sergilemek için canla başla hem düşmana karşı hem de içe karşı büyük bir mücadele verirler.
'Bizler zindanlarda da ezemediler'
Sakine Cansız "Hep Kavgaydı yaşamım" adı kitabında o dönemleri şöyle kaleme almıştır: "Esat'ın belki de en çok sevindiği an direnişi kadınlarda kırdığı an olmuştu. Onun dışında Esat hep hırçın, öfkeli ve istediğini yapamamanın saldırgan ruh hali içindeydi. Bize yansıyan yüzü böylesine iğrençti. Her koğuşa gelişte 'Hayvanoğlu hayvanlar! Bir siz beni kızdırıyorsunuz' derdi. O küfürleri, o söyleyiş tarzı görülmeye değerdi. Düşmanın bu halinin insana ne kadar moral verdiğini şimdi nasıl anlatayım? O küfürler, o kudurganlık kendimize güvenimizi geliştirmeye yol açıyordu. Düşman bu kadar hırçınsa, düşman bu kadar kinliyse o zaman demek ki bizde yaşayan, direnen, ayakta duran yanlar hala vardı ve güçlüydü. Bazı kuralları kabul ettiğimiz halde bunları söylüyorsa, demek ki amacına ulaşmamış düşman. Duvara, parmağıyla sinek ezer gibi yapardı ama sorun Esat'ın dediği gibi, yaptığı gibi değildi, bizler sinek gibi ezilmemiştik. Avucuna sığacak kadar küçülmemiştik. Bunu o da biliyordu."
İnsan hakları mücadelesinin tanrıçası Ayşenur Zarakolu
Kadınların zindan direnişi devam ederken dışarıda da kadınlar direnişine sahip çıkarak direniş saflarının en ön kısmında yer aldı, işkenceden geçirildi ve sokak ortasında katledildi. Tüm bu baskılara karşı kadınlar öncü misyon üstlenmeye devam etti. Bunlardan biri ise Ayşenur Zarakolu'ydu. Ayşenur, kurduğu belge yayın eviyle bir yandan fikir ve düşünce özgürlüğünün mücadelesini verdi bir diğer yandan da 17 Temmuz 1986 tarihinde kurulan İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) 98 kişilik kurucularından biri olarak insan hakları mücadelesini de verdi. Ayşenur aynı zamanda Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun kuruluşunda aktif yer aldı ve 1970'li yıllarda Devrimler ve Karşı Devrimler Ansiklopedisi'nin birçok maddesini kaleme aldı. Aytşenur'un aynı zamanda Demokrat Gazetesi'nde Türkiye işçi sınıfı tarihine ilişkin sözlü tarih çalışmasını yayımladı. Öyle ki polis takibi, işkence, gözaltı ve tutuklamalarla geçen uzun bir mücadele yaşamının ardından 2001 yılında kanser nedeniyle hayata veda eden Aşenur'un ardından usta yazar Yaşar Kemal, "Onu kanser değil, bu devlet öldürdü" demişti.
Doksanlar ve köy yakmalar…
Türkiye'de cuntacı yönetim kısmen bu dönemde son bulmuş olarak gösterilmiş olsa da Kürdistan'da yönetimin kırıntılarıyla beslenerek yeni faşist bir dönem açan bir yönetim başlatıldı. Tansu Çiller'li yılların Kürdistan'da katliam yarattığı doksanlı yıllarda köyler boşaltıldı, kadınlara tecavüz edildi, anne ve babalarının gözleri önünde çocuklar işkenceden geçirildi ve "şüpheli" gerekçesi ile yüzlerce Kürt köyler yakıldığı sırada köyle ateşinde onlarda yakılarak katledil. Bir gün ansızın evler boşaltılarak Kürtler metropol kentlerin bilinmez ücra sokaklarına doğru yol alırken, birçok köylü ise zorla kaybettirildi ve faili meçhul cinayetlerde kurban edildi. Bu dönemde aynı zamanda Şırnak ve Cizre bölgesinde Kürtler fişlendi ve sürgüne itildi. Yönetimin baskılarından dolayı evlerini yine "Kürdü Kürde öldürme" planlarının bir sonucu olan kurucuların yağmalaması üzere geride bırakan 3 bin Kürt o dönemlerde Saddam Hüseyin yönetiminde olan Federal Kürdistan bölgesine doğru ölüm yürüyüşüne çıktı. Ölüm ve yaşam arasından kalan 3 Kürdün 7 kamp değiştirerek yaşama tutunma mücadelesinde yüzlerce kadın ve çocuk yaşamını kaybetti.
Türkiye'de de durum aynıydı. Kentlere yerleşmek zorunda kalan Kürtlerin peşini dönemin yönetimi onlara burada da rahat vermesi, siyasetçiler başta olmak üzere nerdeyse her aileden biri olmak üzere herkes öldürüldü. Bununla beraber gelişen direnişi alt yapılanmaların en büyük örneği olan Hizbullah dönemi Kürdistan'da başlatılarak Kürtler hücre evlerinde "domuz bağı" ile bağlanıp gömülerek katledildi. 2000'li yıllarda daha sonra bu şekilde yüzlerce toplu mezar açığa çıkmış olsa da hukuki yaptırım neredeyse hiç olmadı.
Yeni bir mücadele ucuz iş gücü
Erkeklerin neredeyse tamamının katledildiği doksanlı dönemlerde Kürt kadınların çocuklarıyla beraber yaşam mücadelesi verdiği yıllar da başlamış oldu. Hiç dilini bilmedikleri kentlerde merdiven altı tekstillerde ucuz iş gücü olarak çalıştırılan kadınlar, tüm bunlar yermezmiş gibi her defasında karakollara çağrılarak keyfi bir şekilde işkencelerden geçirildi.
Cumartesi Anneleri
Faili meçhul cinayetlerin sayısı her geçen gün artarken kadınlar 27 Mayıs 1995'te İstanbul'da Galatasaray Meydanı'nda ellerinde kaybettikleri yakınlarının fotoğraflarıyla yeni bir mücadelenin kapılarını açtı. Daha sonra işkence ve yıldırma politikalarıyla karşı karşıya gelecek olan kadınlar başlattıkları bu eylemle tüm dünyaya adını duyurmayı başardı. Üç beş kadınla başlayan bu direniş şu an İstanbul başta olmak üzere Diyarbakır, Şırnak, Batman, Siirt ve Yüksekova'ya yayılarak yüzlerce kadın tarafından her Cumartesi kesintisiz bir şekilde devam ediyor.
Barış Anneleri
En çok kadın ve çocukların bir şekilde mağdur pozisyonuna getirilmek istendiği Kürdistan'da kadınlar mücadelelerini giderek daha fazla genişleterek 1999 yılında Barış Anneleri İnisiyatifi kurdu. Kürt kadın hareketinin en görünür yüzlerinden birini oluşturan beyaz tülbentli kadınlar ateşkes sürecinde kurdukları inisiyatif çatısı altında tüm Türkiye halkalarına barış taleplerini ulaştırmaya devam ediyor. Yalnız Kürt halkı için değil, aynı zamanda tüm halkların barış içinde yaşaması için zorlu mücadele yürüten anneler sık sık yargılanıyor, tutuklanıyor, günlerce gözaltında tutuluyor ve eylemlerde polis tarafından darp ediliyor. Savas?ın s?iddetiyle kesintiye ug?rayan yas?amlarını yeni yerlerde, yeni toplumsal ve siyasal ilis?kiler içinde kuran Barıs? Anneleri 2013 yılında meclisleşmeye giderek mücadele yelpazesini daha geniş alanlara getirerek mücadeleye devam ediyor.
200'li yıllarda da baskılar devam ediyor…
Bu dönemlerde Kürtlere yönelik politikalar bir aşağı bir yukarı seyrinde ilerlerken, kadınlar 2005 yılında Demokratik Özgür Kadın Hareketi'ni (DÖKH) ilan ederek mücadeleyi tüm Kürdistan ve Türkiye sokaklarına taşıdı. Artık seslerini kentlerde daha fazla yükselten kadınlar, Türkiye hükümeti tarafından işlenen insan hakları suçlarına karşı kadın mücadelesini örgütledi ve aynı zamanda devlet anlayışının erk anlayışa tekabül ettiğinin altını çizerek, eril anlayışın tüm yönetim biçimine karşı olduklarını duyurdu.
Bölgede baskı ve katliamlar kendini bir şekilde gösterdiği 200'li yıllarda "KCK" adı altında binlerce Kürt tutuklanırken, bu sayının büyük bir kısmını kadınlar oluşturdu. Yüzlerce kadın, yıllarca haksız yere hapishanelerde tutsak edildi, edilmeye devam ediyor.
Sakineler katledildi…
Giderek dünya kadınları tarafından ilgi odağı haline gelen Kürt kadınlara yönelik bu şekilde baskılar daha fazla arttı ve Kürt kadın özgürlük mücadelesinin sembolü haline gelen Sakine Cansız ve yoldaşı Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez Paris'te silah saldırısıyla katledildi. Sakineler katledilerek kadın mücadelesine göz dağı vermek isteyen erk anlayış amacına ulaşamadı, kadınlar hala mücadele saflarında yerlerini almaya devam ediyor.
Roboskili Anneler
Tutuklama ve gözaltılarla yetinilmediğindendir ki bu sırada 2011 yılının Aralık ayında Roboski'de çoğu çocuk 34 Kürdü katledildi. Bir sabah ansızın çocuklarının ölüm haberlerini alan anneler dağların karlı doruklarında parçalara ayrılmış çocuklarının bedenini eteğinde topladıktan sonra katırlara yükleyip köye getirdi. Yaşadıkları acıyı unutmamak ve unutturmamak adına katledilenlerin anneleri Roboskili Anneler adıyla kadın mücadelesi saflarında yerini aldı. Anneler 2011 yılından bu yana katliamın faillerinin açıklanması ve cezalandırılması için her Perşembe Roboski'de eylem yapmaya devam ediyor.
Barış İçin Kadın Girişimi
Kadın mücadelesinin giderek daha örgütlü bir hal aldığı 200'li yıllarda kadınlar Türkiye'de 2013 yılında Barış İçin Kadın Girişimi'ni (BİKG) daha aktif bir hale getirerek Türkiye'de gelişmekte olan siyasi ilerleyişte kadınların sesini yükseltti. İlk 1999 yılında İHD çatısı altında oluşturulan Barış İçin Kadın Girişimi, akademisyenler, yayıncılar, gazeteciler ve birçok alandan kadın üyeleriyle beraber mücadeleyi gelişmekte olan müzakere sürecine de taşıyarak, müzakerenin kadın eksenli bir şekilde ilerlemesi için sesini her alanda yükseltmeye devam ediyor. BİKG alanlarda şu sözleri haykırarak tüm kadınları mücadeleye çağırıyor: "'Ülkemizde savaş var! Barış için Kadın Girişimi çalışmalarına başlarken bu saptamadan yola çıktı. Resmi literatürde 'düşük yoğunluklu savaş' olarak adlandırılan bu durum, aslında bölgede yarattığı korkunç tahribat ve bütün ülkeyi etkileyen trajik sonuçlarıyla klasik bir savaştır. Savaşın bir an önce sona ermesini, savaşla ilgili uluslarası hukuk kurallarının işlemesini talep ediyoruz.''
Kürt kadınların kongresi: KJA
DÖKH'ün 10 yıllık mücadelesinin ardından, YPJ direnişiyle beraber tüm dünya kadınlarının kurtuluş umudunu bağladığı Kürt kadınlar, üstlendiği misyon nedeniyle kongreleşmeye giderek 2015 yılında Kongerya Jinên Aza'ı (KJA) ilan etti. Tüm dünya kadınları için direniş saflarında ve alanlarda mücadele etme sorumluluğunu aldıklarını ilan eden KJA Kürdistan'ın dört bir yanında örgütlenmeye devam ediyor.
Yarın: KJA Koordinasyon üyesi Elif Kaya ile Türkiye ve Kürdistan'da müzakere sürecinde kadınlar.
(fk)