Tarihe Jineoloji ile bakmak
Jineloji Tartışmaları
Canda Su
Zamanın mekandan kopuk, yaşandığı an’la izah edildiği, bu an’ın sadece yazı, tablet, duvar kabartmaları ile bugüne taşındığı bir tarih anlayışına itirazımız var. Elbette bu birikimi önemsiyoruz. Ama biz ayrıca tarihin tıpkı zaman gibi canlı olduğuna inanıyoruz. Zaman nasıl akıyorsa tarih de tıpkı zaman gibi akıyor. Zaman nasıl bir önceki anın sonucu ve bir sonraki anın köküyse tarihin de dünden bugüne toplumsal hafızamıza işlendiğini ve genetik haritamızda bir süreklilik halinde aktığını düşünüyoruz. Tarihi sıkı belirlenmiş bir olgu olmaktan ziyade tam da yaşamımızın akışında bize yön veren bir zaman, bir mekan, bir hafıza olarak değerlendiriyoruz. Birbiri ardına düz çizgisel şekilde eklemlenmiş olaylar ve olgular yığını olan tarih anlayışının zamanın ruhuna ters olduğunu iddia ediyoruz. Eril düz-çizgisel zaman anlayışına karşı dişil döngüsel zaman diyoruz. An’da yaşamın akışına anlam katmak kadar, zamanın kaynağında bir kazıya girişerek geleceğe akmak istiyoruz. Anafatma kültlerinde, peri masallarında, Mem u Zin aşkında, dengbejlerin stranlarında, yeni yıl ritüellerinde ve daha nice gerçekte kaybolan hakikatimizi bulmayı, evren ile olan bağımızı yeniden kurmayı hedefliyoruz. Böylesi bir kazıya Jineoloji ile hep birlikte başlamamızın anlamlı ve özgür yaşama atılacak adımlardan biri olduğuna candan inanıyoruz.
Nitekim toplumsal, zamansal, mekânsal bütünlüğün hücrelerine kadar parçalandığı bir çağda yaşıyoruz. Bilim adı altında parçalanan bu bütünlük toplumsal yaşamın mekan ve zamanla olan bölünmezliğini de tehdit ediyor. Hakikatinden kopartılan yaşam adeta alarm veriyor. Sadece insan yaşamında değil, tüm canlı ve cansız doğa yaşamında bu çığlığı duyuyoruz. Tükenen kaynaklar, aşırı nüfus artışı, zaman ve mekandan kopan yaşam, nükleer silah stokları, anlamını yitiren ahlaki bağlar, tükenen canlılar, tükenen diller, birbirine yabancılaşan insanlar yığını… Daha da sayabileceğimiz tüm bu felaketlerin kaynağında matematiğe ve yasaya dayalı mantığın yer aldığı ise aşikar. Evreni ve onun akışı olan zamanı canlı bir organizma olarak ele almaktan ziyade hükmedilmesi ve kesin yasalarla kontrol edilmesi gereken bir olgu olarak ele alan zihniyetin kaynağını doğru çözümlemek büyük önem taşıyor. Özellikle tarihi yazının bulunmasıyla birlikte başlatan ve bunu Sümerlere dayandıran, ondan önce ilk toplumsallaşmayı da içeren insanlık tarihinin yüzde 98’lik bölümünü görmezden gelen yaklaşımın bugün bilimci zihniyetin de temelini oluşturduğu bir gerçek. Sümer rahiplerinin zihniyetinin bugün bilim adamların da sürdüğü ise tartışma götürmez. Yoksa aslında evren için çok kısa sayılabilecek böylesi bir zaman diliminde yaşanan felaketleri başka nasıl anlatabiliriz!!
Zira toplumlar için bu zaman binlerle ifade edilirken evrenin milyarlarca yıllık bir oluşunun olduğu biliniyor. Canlıları, özelde de insanı konu alan tarih bu yönlü gelişimin zamanını ifade ettiği gibi mevsimler başta olmak üzere çeşitli zaman döngülerinin canlıların oluşumları için zaruri olduğu biliniyor. Zamanı olmayan hiçbir varoluş olmadığı gibi zamanın da bir oluş olduğu artık tüm farklı düşünceler tarafından kabul ediliyor. Yine her varoluşun kendine ait bir zamanının olduğu da biliniyor. Ama bu farklı oluşların birliğinin olmadığı yada olmayacağı anlamına gelmiyor.
Mekan açısından ise zengin bitki örtüsü, su kaynakları ve hayvanların varlığına beşiklik eden toplumlar daha güçlü bir zemini oluşturuyor. İnsanlığın bugün kaybolan hakikatini kutuplarda değil de Mezopotamya’da araması da mekanın zaman ile olan birliğini ve belirleyiciliğini ortaya koyuyor. Nitekim bugün tüm dünya güçlerinin savaş stoklarıyla yığıldığı Mezopotamya’da esas savaşın, hakikatini arayan demokratik uygarlık güçlerinin yani kadınların, halkların, kültürlerin, inançların ve daha bir çok gücün tarihte ilk defa kendi sistemini oluşturmaya doğru gidişine engel olmak temelinde olduğunu belirtmekten çekinmiyoruz. Sayın Abdullah Öcalan öncülüğünde Demokratik Modernite adı altında bir sisteme kavuşmanın arifesinde olan bunun mücadelesini her alanda veren demokratik uygarlık güçlerinin bu direnişinin bastırılmasını esas hedef olduğu ise bir gerçek.
Hakikatini mitolojilerden dinlere, felsefeden bilimlere kadar tarihin her döneminde farklı yöntemlerle arayan insanın özgür yaşamdan bu denli uzaklaşmasını doğru izah etmek önemli. İnsan düşüncesine hükmeden ya/yada bağlacı dahi kendi başına öznel-nesnel, idealist-materyalist gibi bölünmeleri ifade ediyor. Bunun yerine ve/veya şeklinde birbiri ile bağlantılandıran ve ikilemlerin ayrılıklarının derinleştirilmesinden ziyade bağlantılarının güçlendirilmesini esas alan yaklaşımlar daha belirleyicidir. Kapitalist uygarlığın kendisini sistemleştirmesinde büyük rol oynayan bu ikilemlerin soyut bir tarih şeklinde ele alınması da mevcut iktidarlarına hizmet etmektedir. Ancak Demokratik Modernite’nin tarih anlayışının yaşamın içinden, iktidarların değil kültürel tüm değerlerin biriktiği somut bir tarih anlayışı olduğunu düşünüyoruz. Bunun etkin zihniyet ve irade formlarının yaratılmasının da Sayın Abdullah Öcalan’ın “Özgürlük tarihi (toplumsal tarih)” olarak ifade ettiği tarih anlayışı ile mümkün olduğuna inanıyoruz. Tarihi toplum üstü bireylerin eseri olarak ortaya koymaktan ziyade toplumları zamansal ve mekânsal gerçekliği ile buluşturmayı esas alan ve doğayla birlik olan bir kapsamda ele alıyoruz.
Jineoloji olarak ayrıca demokratik uygarlık güçlerinin özelde de kadının karanlıkta kalan, tüm değerlerini yeniden gün yüzüne çıkarmayı, her varoluşun farklılıklarına saygı duymak kadar aralarındaki bağlantıyı güçlü kurmayı ve kapsayıcı bir yerden tarihe bakmayı hedefliyoruz. Doğru bir yerde durduğumuza dair sezgimizi de en çok kadının doğayla olan bağında, evrensel eril zamanın dışına adet döngüleri ile hissediyoruz. Nitekim canlıların yaşamına baktığımızda döngüsel zamanın dişiliği ifade ettiğini, çizgisel zamanın ise erilliği ifade ettiğini görürüz. Döngüselliğin kökeni kadının adet döngüsü olurken, evrensel eril zamanın dışına kadının ay ile birlik olan adet döngüleri ile çıktığını hissederiz. Tam bilmesek de döngüselliğin kökeninin menestrasyonu ifade ettiğini sezeriz. Kesin, belirlemeci ve ilerlemeci olan eril zaman anlayışına karşı böylesi bir zaman anlayışı hayata, doğaya, topluma dair herşeyi kapsadığı gibi onların farklılıklarını da en çok koruyacak ve geleceğe akıtacak bir nehir olacaktır diye düşünüyoruz.
Kadının tarihini yeniden yazmak gibi bir amacımız olduğu gibi bunu ne kadınları varolan tarihçiliğe eklemek şeklinde yapacağız ne de sadece kadınları tarihe yazmak temelinde ele alacağız. Esasında varolan tarihsel çerçeveyi sorgulayarak, bugüne kadar kadının varolan tüm birikimlerini esas alarak toplumun ve yaşamın yeniden inşasını Jineoloji olarak üstleneceğiz. Yanlış anlaşılmasın Jineoloji derken sadece belli kesimlerin denetiminde olan bir bilim anlayışından bahsetmiyoruz. Bilakis her şeyi kendinde merkezileştiren ve toplumdan tarihten kopan bilim anlayışının yarattığı felaketleri hep birlikte teşhir edeceğiz. Burada Jineoloji derken yaşamın içinde olan, toplumsal hafızanın şifrelerini çözme kararlılığı ve arayışında olan, bu konuda doğduğu yörede var olan bir kültün, bir geleneğin, bir ritüelin tarihin yaşayan bir hücresi olduğunun bilincinde olan, tarihe kadınların gözünden bakmayı başaran ve bunun anlamın ta kendisi olduğunu hisseden her bireyin, her birimin, her grubun, her klanın ve her araştırmanın Jineoloji’nin bir parçası olduğunu belirtmek istiyoruz.
Sitemize bu yönlü araştırma yazılarını beklediğimiz gibi, canlı tarihin, sözlü tarihin bizde devam ettiğinin bilinciyle bu yönlü birikimin çok değerli olduğunu belirtmek istiyoruz. Ruhları bedenleri toprağa karışan ve soy ağacımızın kökünü besleyen insanların ardılı olduğumuzu ve toplumsal hafızanın bizde devam ettiğini unutmayalım. Çünkü yaşadığımız anın gerçek anlamını ancak böyle verebiliriz. Bu şekilde Jineoloji öncülüğünde girişeceğimiz kazıda zaman, mekan ve toplum ile birlik olan insanlar olarak ne kadar değerli olduğumuzu daha derinden hissedeceğiz.
Her şey hakkında fikri olan ama hiçbir şeyi tam bilmeyen kuşakların çoğaldığı bir çağda yaşıyoruz. Bu yüzden zamana en fazla anlam yükleme sorumluluğu olan kuşaklarız. Diğer yandan çağları, kuşakları iç içe tanıma, hissetme ve anlamlandırma şansını yakalayabileceğimiz gelişkin bir tekniğe ve bilme imkânlarına sahibiz. Eğer arayışın tılsımlı kanatlarıyla uçmayı öğrenebilirsek! Tarih yaşadığımız anda sürüyor. Bunu en derinden Ortadoğulular bilir, hisseder ve yaşar. Anda tarih, tarihte an ve her ikisinde geleceğe yolculuğa herkesi davet ediyoruz. Sevgiden, özgürlükten, barış ve kardeşlikten, adaletten yana umudunu yüreğinde ve beyninde büyütmekten vazgeçmeyen herkesi…
jineoloji.org sitesinden alımıştır