JİNEOLOJİ TARTIŞMALARI Yazdır Kaydet

İnsan evrensel hakikate tutulan bir ayna mıdır?

Jineloji Tartışmaları
Haziran 08 / 2016


 
Emine Erciyes 
 
Durgun ve duru bir göl. Su öyle duru ki, kalın bir cam gibi saydam, ışığı topluyor ve içindeki tüm oluşumları ışıkla yıkayıp parlatıyor adeta. İçindeki her şey ışığın ince eliyle aydınlanıp parlıyor ve böylece her şey çok açık görünüyor, suyun dibi tüm girinti çıkıntılarıyla görünüyor. İşte ışığın aydınlatıcı görünmezi görünür kılıcı özelliği. Neden hakikat, yaşamın kaynağı ışıkta aranmış, neden bilinçli kişiler ışıkla özdeşleşmiş?
 
Aydınlık görülmüş bu örnek bile bunu anlamaya yetiyor ve bu küçük göl tam bir yaşam pınarı, yosunlar, kurbağalar, fareler, yılanlar, değişik bitkiler, bu yaşam pınarını kendilerine ortak dünya yapmışlar, suyun içinde hep birlikte yaşıyorlar. Bu su bir süre sonra kuruyacak ve o zaman canlılar dağılacak başka su yatakları arayacaklar, otlar ve yosunlar ise kuruyacaklar. Suyun yaşamı doğurucu ve besleyici gücü de burada çok açık.
 
Bu göl ruhuma büyük bir huzur veriyor. Ayna gibi etrafındaki tüm dünyayı yansıtması ya da içine sığdırması,  diğer taraftan yaşamı böyle beslemesi, huzur verici duruluğu gibi anlam arayışlarıma da bir cevap ışığı tutuyor. Işığı toplayıp içindeki varlıkları aydınlattığı gibi içime bir aydınlık serpiyor. Onda bulduğum huzur bu anlamdan ve aydınlıktan olsa gerek. Nirvana gölü diyorum ona. Mutluluk ve huzur veren küçük bir göl.
 
Nirvana; Budizm felsefesine göre sonsuz mutluluğa ulaşmak anlamına geliyor. Sonsuz mutluluğa ulaşmanın yolu ise yaşamın hakikatini bilince çıkarmak ve benliğe yedirmekle oluyor. Tabi bu bilince ulaşmak hem kişinin kendisiyle hem de etraftaki hakikat düşmanlarıyla uzun ve zorlu bir mücadele gerektiriyor.  Hakikate ulaşan, ona göre yaşamayı bilen, koşullar ve zorluklar ne olursa olsun, sonsuz mutludur artık. Kimse mutluluğunu elinden alamaz. Hiçbir acı, zorluk, işkence onu incitemez. Çünkü o yaşamın sırrına ermiştir. Amacına ulaşmıştır. İnsan olmanın en temel bir özelliği işte bu, yaşamın anlamını hakikatini aramak. Bu uğurda ne acılar çekilmiş, idama gidenler, ateşlerde yakılanlar,derileri yüzülenler olmuştur. Ama yine de hakikat yoluna girenler geri dönmemişlerdir. Çünkü aradıkları anlama ulaşınca artık sonsuz mutluluk ruhlarına hakim olmuş ve hiç bir zulüm bu mutluluğu onlardan geri alacak kadar güçlü değildir. Küçük ve duru gölümüze bakarken doğa bana bunları anımsatıyor.
 
Yaşam nedir, neden varız, yaşamın amacı nedir, bu eksende başlayıp uzayan sorular hepimizin kendimize sorduğumuz sorular. Bu soruları kendine sormayan insan yoktur sanırım. Herkesin bulduğu veya verdiği cevapları vardır. Ve buna göre herkes kendi hayat yürüyüşünün yolunu çizer. Bu sorular insan olarak, diğer canlılardan kendimizi akıl gücünü kullanarak ayırdığımız, ilk günden bugüne sorup durduğumuz sorular. Tarih akışında ise filozoflar, peygamberler, bilim insanları, düşünsel ve toplumsal akımlar cevaplar aramışlar, buldukları cevaplar dönemlere damga vurmuş, toplulukları çağları peşi sıra sürüklemiştir. Ama her seferinde de verilen cevaplar yetmemiş insanlara, daha da başka cevaplar, farklı açılardan bakarak yaşamın anlam arayışı sürmüştür. Neden yaşamın anlamına cevap arıyoruz. Tüm canlılar aleminde bu soruya cevap arayan tek biz insanlar mıyız acaba? Bu arayış nasıl bir yaşamsal ihtiyaçtır. Bu cevaplar nasıl bir güzellik yaşama katıyor. Neden bulduğumuz cevaplar bize yetmiyor. Her birimiz bir yerden bakarak cevaplar veriyorsak ne kadar gerçek anlama ulaşabiliriz. Mutlak anlama ulaşabilir miyiz? Sorular gittikçe çoğalıyor, cevaplar gittikçe zorlaşıyor.
 
İnsan; doğanın bir parçası, doğanın en nadide çocuğu. Nasıl ki bir çocuk tüm biyolojik ve hatta karakteristik özelliklerini soyundan, ailesinden alıyorsa, demek ki doğanın çocuğu insanlık olarak tüm özelliklerimizi, bu en büyük anamızdan almış olmalıyız.  İnsanla ilgili cevap aradığımız sorularda, tıkandığımız noktalarda doğa anamıza bakıp ondan akıl almak en doğrusu olsa gerek. Önce doğaya dönüp bakalım. Hakikat arayışında ilk başlanacak yer doğa, evren olmalı.
 
Temeli olmayan, kendisinde zemini olmayan bir gerçekten bambaşka bir gerçek doğar mı? Yaşamın ilk belirtisi olarak niteleyebileceğimiz canlılıkla ilgili sorabileceğimiz aklımıza gelen ilk soru bu olabilir. Yaşamı ilk canlılıkta fark ederiz. Canlı ve yaşam aynı anlama denk gelir. Canlılık yaşam demek, yaşam etrafa refleks vermek, soru sormak demek. İlk bakışta kendimize bakarsak, insan olarak canlılığı ve yaşamı böyle keşfederiz.
 
Canlı olmayan bir şeyden canlı doğabilir mi? Cansızdan canlı nasıl meydana gelir. Maddede can zemini yoksa canlı varlık nasıl doğar. Cansız canlıya dönüşür mü? Bugün atom altında parçacıkların birbiriyle müthiş uyumlu ilişkisi, birbirine göre hareket tarzı ve dahası onları anlamak için yapılan deneylere her seferinde farklı bir cevap vermeleri, canlılık akışının, yaşamın ilk nüvesinin ifadesi olabilir. Ortamda bulunan tüm parçacıkların hareketine göre her parçacığın kendi pozisyonunu belirlemesi, yapılan deneye duruma göre farklı cevap verme, düşünen doğa anlamına gelir. İnsan olarak canlılığı kendimizde, etrafa refleks ve soru olarak ilk elde fark ettiğimizi söyledik, bir atom altı parçacığında yaptığı aynı şey değil mi? Etrafındakilere göre hareket yani refleks ve beklenmedik bir gelişmeye yani bir dış müdahaleye karşı soru sorma ve kendince bir cevap verme. Atom altında canlılık zeminini en somut ifade eden bu özellikler insandakilerin ilk hali olsa gerek.  O zaman canlılık nedir sorusunun cevabı düşünme midir? Refleks dediğimiz iç güdüye, duygusal zekaya denk gelir, anlam vermenin ve buna göre cevap vermenin en ilk hali diyebiliriz, alışık olmadığı bir şeye cevap üretme ise daha da gelişen canlılıkla birlikte analiz eden zeka anlamına gelir.
 
Canlılığı daha farklı nasıl tanımlayabiliriz. Klasik okullarda öğretilen tarzıyla doğan, büyüyen ve ölen varlık olmak canlılığı ifade etmeye yeter mi? Ya da yaşamın temel üç içgüdüsü olarak tanımlanan açlık, üreme ve savunma özellikleri canlılığı ifadeye yeter mi? Bu özellikler canlılığı kısmen tanımlayabilir ama aranan cevabı yeterince ifade etmez. Bu özelliklerinde arkasını kurcalarız yaşamı anlamak için. Bunlar da gelip düşünceye dayanmıyor mu? Tek hücreli canlıdan birçok hücrenin birlikte yaşayabildiği çok hücreli sisteme, oradan bitkilere, hayvanlara evrilen yaşamın arkasında, derin bir akla dayanan bir tercihler serisi olmasaydı bu gelişim nasıl seyredebilirdi. Tercih yapan derin bir akıldan başka ne; bu evrimleşen, evrildikçe daha gelişen, renklenen, çeşitlenen, güzelleşen yaşam zenginliğini ifade edebilir ki. Yine yaşam enerjisi sağlamak için kendini doyurmanın yollarını bulmak, varlığını korumak için kendi savunma sistemlerini geliştirmek, yaşamı sadece kendi yaşadığı zamanla sınırlı almayıp yaşamın gelecekte de sürmesi için üreme yöntemlerini geliştirme derinde gizli bir akıl olmadan kendiliğinden olabilecek şeyler midir?Bunlar adeta arkadaki aklın kendini göstermesi değil midir?Aklın derinde gizli olmaktan çıkması ve  açıkça kendini göstermesi değil midir?
 
Canlılık; maddeden, bitki ve hayvanlara, giderek insana giderken gelişerek evrilen bir düşünce ve akıl akışı değil midir? Düşünce gücü insanda zirveye çıkmıştır. İnsan tüm bu evrimin en zirvede ulaştığı sonuçtur. Fakat kendimizi merkeze koyup doğadaki akışkan, esnek, hep yenilenen, yenileyen, doğuran, geliştiren, yaratıcılık yeteneğini en özgürce kullanıp farklığı ve renkliliği yaratan müthiş evrensel aklı görmezden gelebilir miyiz? Ya da ondan daha akıllı olduğumuzu iddia edebilir miyiz? Onu aşabileceğimizi sanabilir miyiz? Onun sırlarını çözüp, sınırlarını çiğneyip doğayı kendi çıkarlarımızın hizmetine sokabilir miyiz? En küçük birimde atom altında bile doğa sırlarını çözmemize izin vermiyor, kendini gizliyor, savunuyor. Bize yüzünü söyle bir gösterip, gülümseyip geçiyor, belki de bize şaka yapıyor. Elimizde daha da büyümüş şaşkın bir merak kalıyor. En küçük doğa böyle iken, engin sınırsızlıkta gittikçe genişleyen, enerji kümelerini güneş ve galaksilere evrilten, enerjisi biten güneşleri söndüren, yeni kara delikler kuran evreni nasıl anlayacağız? Değil sırlarına, sınırlarına nasıl ulaşacağız? Evrende tek aklın insana ait olduğunu düşünmek; doğadan ,evrenden kopukluğun ve onları doğru okuyamamanın ifadesidir. Evrende somutlaşan evrensel akışı inkar etmeden, insanda somutlaşan düşünsel zirveleşmeyi doğru yorumlayabilirsek yaşamın hakikatine ulaşmanın yoluna girmiş olabiliriz.
 
Doğadan anlayabileceğimiz en temel bir şey varsa, o da; evrensel aklın müthiş yaratıcılığıdır. Ve yaşamımızın da bu aklın sonucu olduğudur. Bundan sonra yaşama dair soracağımız tüm sorular evrende evrensel akılda cevabı gizli sorular olacaktır. Galaksileri, güneş sistemlerini kara delikleri kuran evren insanı da oluşturandır. Tüm bu varlıkları nasıl ki kendi enerji gücünden oluşturmuşsa insanı da kendinden süzüp oluşturmuştur. Hiçbir şeyimiz evrenden bağımsız değildir, insani tüm özelliklerimiz evrenseldir. Akıl kadar, yüreğimizdeki sevgi, gözlerimizdeki ve yüreğimizdeki güzel arayışı, yaratıcılık, adalet, cesaret, anlam arayışçılığı ve daha sayılabilecek insani özelliklerimiz evrende nüveleri temelleri olan bizde birikmiş, zirveleşmiş ve anlamlaşmış evrensel özelliklerdir. İlk başta, yaşamın anlamını ve buna dair sorduğumuz sorulara cevap ararken neden doğaya dönmemiz gerektiğini böylece daha iyi anlamış oluyoruz.
 
Doğada yaşamın anlam ve amacını ararken, doğanın anlam ve amacını da buluyoruz. Doğa sınırsız bir evrene yaydığı özelliklerini ve anlam yaratıcılığını, insan gibi narin bir canlıda yoğunlaştırıyor. Evrene yayılan, her evrensel varlığa dağılmış, belki de saçılmış ve az biraz yansımış özellikler, insanda toplanıp, kökleşip, rafineleşiyor. Tüm evreni gezerek ulaşılacak evrensel karakter insan doğasını her yönüyle tanımayla tanınabiliyor. Belki de evrende böylece kendini tanıyor. Bir ayna gibi insana bakıp tüm özelliklerini onda görüyor. Aradığı anlamı insanda buluyor. Kendimizi anlamak için evrene açılıyoruz. Mikro kozmosa yani atom altı dünyaya iniyoruz.  Atomların ve güneşlerin ruhunu anlamaya çalışıyoruz.  İnsan makro ve mikro kozmosun ortasında, ikisini de kendisinde barındırıyor. Ruhu ikisinin kesişimi, ikisinin buluştuğu bir köprü. Evren bizde dil buluyor, düşünüyor, yorumluyor, hakikatini arıyor.
 
Peki evren olduğumuzu ne kadar hissediyoruz, evren olmak nasıl bir duygu? Buraya kadar söylediklerimiz bilimin, maddenin özelliklerine dair bulduklarının nasıl evrenin öz maddesinden oluştuğumuzu ve bunun tüm özelliklerimize yansıdığını ifade etti. Maddesel öz ortaklığı nasıl bir ruh ortaklığı yaratır, peki bize, evrene karşı nasıl bir misyon verir?  Bu soruların cevabını yine kendimize dönerek bulabiliriz. İşte yeni bir yaşamın anlamı ve amacı nedir sorusu ve her birimizin vereceği cevaplar olacak. Yaşama açılan her yeni pencereden içimize ışık süzüldüğü gibi, yeni sorular ve arayışlar süzülecek. Hakikat arayışı hep sürecek…
 
jineoloji.org'dan alınmıştır.