Geri dönmem mümkün mü sahi?
Kadının Kaleminden
REYHAN HACIOĞLU
Geri dönmem mümkün mü? Başa en başa. Daha bu kadar duygular aşınmadan, kan dökülmeden, sokaklar çöp dolmadan, kadınlar akşamları balkonda ağlamadan, çocuklar sabah işe gitmeden. Babalar kaybolmadan. Sahi niye babalar dediysem çünkü anneler de abiler ve ablalar da kaybolabiliyor.
Ben hiç elma şekeri yemedim biliyor musun, ki çok severim tadını bilmediğim bu şeyi, belki sırf tatlı olmasından belki de çok sevdiğim bir arkadaşım arkadaşlığımıza nokta koyarken acımı dindirdiği için seviyorum. Tadına varamadan gerçeği anlamış ve bırakmıştım şekeri. Bir bahaneyle "bu elma çürümüş" demiştim oysa… Hiç unutmam bir kere dua etmiştim "Tanrım Kürt çocukları elma şekeri yesin. Lütfen eminim çok severler" diye, kabul olmadı tabi. Niye olsun, mühim işleri vardı Kürt çocuklarından. Belki de bendim uğursuz olan zira canlı çiçekleri kurutma özelliğim var benim, bir dokunuyorum sonra soluyorlar. Şaka değil sahiden çok sevdiğim her şeyi öldürebiliyorum. Başa en başa dönmek istiyorum. Allah'ım sana bu tutturamadığım üslup için üzgünüm biliyorum biliyorsun seninle anlaşmadığımızı, insanlar bir arada yaşasın diye yolladıklarını! Kabul edemediğimi ama dönüp ordaysan duy dediğimi her seferinde. Birbirini sevmeyenler bile hak ve adalet ölçüsüne inanırlar senin de olmalı, cennetinde çocuklar yoksa kime onca bal deresi vaadi. Çocuklar ölüyor renkleri, dilleri farklı ama her annenin acısı aynı renk, bir ben mi görüyorum onları. Anneler ağlıyor hem de saklanmadan, evin erkeği (!) görmesin diye balkonda da değil toprağa kapanıyorlar hıçkıra hıçkıra ağlıyorlar. Ruhum daralıyor hem de öyle böyle değil. Sanki Şırnak'ta dağ başında bir çadırda elektriksiz, üşüyor ve açım ve sıkılıyorum. Annem ağlıyor abim ve ablam ölmüş gibi. Babamı da sanki kaybetmişler. Ruhum Şırnak'ta bir çocuğun ruhuna karışmış, Tanrım ellerim üşüyor, saçlarım yıkanmamış, bir çikolata bile yok. Ne olur ruhumu kurtar bu çocuktan, bu çocuğun bir geleceği bile yok…
Sonbahar da geldi, neden bilmiyorum ama içime gidenler oturuyor bu mevsimde. Ve mirat bu mevsim mezarlık gibi. İçimde derin bir yas var, anneler var toprağa kapanan. Bazen en mutlu anımda duyuyorum çığlıklarını gözlerim donuyor. Sur'da evi yıkılmış bir adam oluyorum birden. Her nefes içimi daraltıyor, kışın geleceği, evde olmayan ve elden gelmeyenlerle içim 23 nolu bina oluyor birden. Sonra yıkıntılarımdan kemikler çıkıyor. Bir de bir gözlük demiri serçe parmağıma batmış çıkmıyor. Ki çok acır o parmağım benim, küçükken kapıya sıkıştırmış abim ama sevgimden söylememiştim kimseye…
Arkadaşlarımı aldılar hem de döve döve. Unutmadım o günü, Aslı hoca koluma dövme yapacağım demiş. Ben hangi birini yapayım. O kadar çok giden ve o kadar çok dönmeyen var ki. Boşver diyorum hem ben dövme sevmem ki. Mektup yazarım uzun uzun, sonra görüldü olur onlar, benim arkadaşlarım bilsin istediğim kelimlerim bir üçüncü şahsın gözleri altında sağa sola kaçacak. Sen değil sen değil diye isyan etseler de kelimelerim dört tarafı kuşatılmış puşt zulasıyla düşecekler bir bir. Sonra yenik ve kavgacı üstü başı hırpalanmış atacaklar hücreye, siz diyecekler siz en tehlikeli şeysiniz silahlarımızdan.
Akşam oluyor, kışın geleceği bu akşamlardan belli oluyor. Daha Eylül ayıyken içim üşüyor, hiçbir şey ısıtamıyor artık. Birer birer eksildi hem tüm dostlar masadan, ne masası bizde masa kültürü yok ki. Öyle diyor ya şarkı, aklıma geldi. Beyoğlu'nun izbe bir caddesinde anason kokan masalardan çalıyor, "elbet bir gün kavuşacağız" diye. Sahi mümkün mü başa en başa, kavuşmanın ve buluşmanın mümkün olduğu o günlere… Canım acıyor dostlar, "evet dostlar, ders yerine açıktayım" diyor okuldan atılan öğretmen. Sokaklar çöp içinde belediyelere el koydular diye iş bıraktı emekçiler, ayağım bir poşete takılıyor. İçinde enva ye çeşit çöp. Amma kirliymişiz diyorum. Küfür ede ede yürüyorum sokaklardan sonra anlamsızca bir çiçeğe dönüşüyorum ki kuruturdum hepsini. Köküme bakıyorum kurumuş zaten! 40 gündür su verilmemiş, insan sesi yok, pencereler açık, her yer yerle bir, kulak kabartıyorum "devlet geldi" diyor biri. Sonra derin bir sessizlik, 40 gün geçmiş tamı tamına… Amana Allahım Özgür Gündem'in teras katında kalmış çiçeğine dönüşmüşüm! Kapı da mühürlü! Bağırıyorum bağırıyorum duyan yok. Kâbus olsun kabus olsun 21'inci yüzyılda bir gazete binasının kapatılması, çalışanlarının darp edilmesi ve çiçeklerinin ölüme terk edilmesi diyorum…. Ama değil.
Sonra uyanıyorum, gelmiş vapur Kadıköy'e. Niye geldim ben buraya. Dönmek için çok geç kalmak içinse erken bir saat. Sonra bir banka oturuyor sana yazıyorum. Kim olduğunu bilmiyorum, adresini cinsiyeti, adını ve muhtemelen göndermeyeceğim de mektubu. O yüzden içim rahat görüldü olmayacak, yaşadıklarım, yaşadıklarımız. Sana mektup yazıyorum, ait olmadığımız bir kentten başka bir zaman başka bir dünya diyerek. Sonra kalkıyor sıkıca sarınıp yarının daha güzel olacağına inanıp, Taksim'e gidecek bir dolmuş taksi bulmaya koyuluyorum.