KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Darbe darbe içinde erkeklik ve kadın düşmanlığı

Kadının Kaleminden
Ekim 09 / 2016


 

 
Halide Türkoğlu
 
AKP hükümeti, 15 yıllık iktidarı boyunca kadınların birçok bedel ödeyerek elde ettiği kazanımlarına yönelik çok yönlü bir saldırı ve söylem içinde oldu. Bu hakları yok saymak için elinden geleni ardına koymayarak hileli birçok polit2ika geliştirdi. AKP’nin bu kadın düşmanlığı karşısında bizler de kazanımlarımızı korumaya dönük farklı direniş biçimlerini ve öz savunma yöntemlerini geliştirmeye çalıştık. Bu süre zarfında kadın mücadelesinde yaşanan değişimler elbette ki yalnızca Türkiye ve Bakur endeksli değil, Ortadoğu’nun bağrında yaşanan gelişmeler oldukça belirleyici oldu. Özellikle Rojava’da yeryüzünün en karanlık güçlerine karşı yükselen kadın mücadelesi ve bu mücadelenin adım adım başarıya ulaşıyor olması bütün çıplaklığıyla karşımızda durmaktadır. Rojava’daki kadın direnişinin farklı alanlara, farklı ülkelere ve kıtalara ruh katması, can vermesi, umut aşılaması hakikati ete kemiğe bürünüyor.
 
Bir yılı aşkın bir süredir Kürdistan’da ve Türkiye’de kadın hareketi, tarihinde hiç görülmedik bir dayanışma ve direniş ile bölgede yaşanan sokağa çıkma yasaklarına karşı kendi misyonunu yerine getirme çabasında oldu. Müzakere sürecinde Türkiyeli kadınlarla Kürt kadın hareketinin barışa dair sözleşmeleri, kadınların müzakere sürecinde “özgürlük ve eşitlik” sorununu müzakere gündeminin başlıkları arasına almaları kuşkusuz bugün kadın dayanışmasının ve halkların geleceği için önemli bir yapıyı açığa çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda erkek-devlet şiddetine yönelik de farklı direniş biçimlerini oluşturmuştur. Türkiye’de kadın hareketleri ciddi bir kitleselleşme sorununu aşamamış olsa da Türkiye’deki kadın hareketlerinin abluka süreçlerinde Kürt kadınları ile dayanışma ağlarını oluşturmaları ve çabaları önemli görülmelidir. Son 1 yıl içerisinde darbeye davetiye çıkaran ya da zemin hazırlayan anti demokratik uygulamalar, sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerlerde yaşanan insanlık dışı katliamlar, yıkılan şehirler ve öldürülen kadınların çıplak bedenlerinin teşhir edilmesi, taciz-tecavüz, cinsiyetçi yazılamalarla birlikte DAİŞ kılığında ya da DAİŞ olan kolluk kuvvetlerinin bölgedeki pratikleriydi. Kürdistan halkı üzerindeki sistematik işkence ve katliamların AKP hükümeti tarafından pervasızca asker ve polislere vermiş olduğu yasal zırhlarla birlikte, katliam talimatlarının bugün başlarına nasıl bir belaya dönüşebileceğini aslında 15 Temmuz darbe girişimi ile net bir şekilde gördük.
 
İktidarın ‘makul’ kadınları
 
Darbe girişimi karşısında Erdoğan’ın ‘halkı’ sokağa çağırması ve bu çağrı sonrasında sokağa dökülenlerin ne kadar ‘halk’ olduğu sorgulanır nitelikteydi. Sokaklardaki profil bir halktan ziyade yüceltilen erkekliğin DAİŞ mantığı ve görüntüsü ile buluşmasıydı. Linç edilen askerlerin görüntüleri ve tekbir sesleri, tehditler, hakaretler sakallı erkeklerin dilinden videolara kaydedilmiş ve medyaya servis edilmişti. Yıllardır AKP siyasetinin “kadın düşmanlığı” ve “cihatçılık” üzerinden kendisine yön vermesi sonucunda ortaya çıkan kitlenin de DAİŞ benzeri bir kitle olması şaşırtıcı olmasa gerek. Darbe gecesi ve sonrasında kadın düşmanlığını bariz bir şekilde ortaya koyan söylemler en korkunç biçimlerde dile gelmeye başladı. “Darbecilerin eşlerine ve mallarına el koyalım” sözlerinden tutalım da silahlanma çağrısı yapan AKP’li siyasetçilere kadar, meydandaki kitlelerin idam haykırışlarıyla birbirini besleyen söylemler olarak gündem olmakta hiç gecikmedi.
 
En önemlisi de yaratılmak istenen “makul kadın” ve “makul olmayan kadın” profilleridir. Bu ele alış, kadın özgürlük mücadelesi açısından bir tehlike oluşturması açısından ciddi anlamda sorgulanmalıdır. ‘Demokrasi’ şölenlerine katılan kadınlar, yani “annelik”, “yarım insan” ve “fıtratı gereği erkekle eşit olmayan” bu kadınlar, bir kez daha iktidarın nesneye dönüştürdüğü kesimlerin başını çekiyordu. Dinci erkeklerin, “kadınların sokağa çıkması uygun değildir” söylemlerine rağmen, iktidara alkış tutarak şölenlere katılan yine bu kadınlardı. Karşılaştığımız bu tablo kadın gerçekliğinin çarpıtılması, iktidar karşıtı özünün boşaltılması ve erkek egemenliği tarafından öz iradesinin paramparça edilmesi olarak vücut bulmuştur. “Çocuk doğurmanın bir vatan hizmeti” olarak vurgulandığı AKP zihniyetinde, bu kez “çocukları için tankların önüne atılan kadınlar” “vatanseverlik” üzerinden yüceltilmektedir. AKP’li kadınların “Reisleri” için sokakta olmaları bu şekilde meşru kılınmaktadır.
“Makul kadın” görüntüleri ve söylemleri medyadan topluma servis edilirken, diğer yandan kitle “açık” giyindiği ve farklı bir görüş benimsediği için başka bir kadını linç edebilmektedir. Demokrasi şölenlerine katılmayan kadınların bunu açık bir şekilde ifade etmesi sosyal medya üzerinden linç kampanyalarının başlatılmasına neden olmuş, cinsiyetçi küfürler edilerek AKP medyası tarafından “makul olmayan kadın” kategorisine alınmıştır.
 
Kadınlar arasında geliştirilmek istenen bu yabancılaşma süreci ciddi tehlikeler barındırmaktadır. Erkek egemenliğinin bu hileli politikası karşısında kadınlar olarak mücadeleyi büyütmezsek ayrışma derinleşecek, sistemin “makul” kadınlarıyla “makul olmayan” kadınları arasında kopuş yaşanacaktır. Bu süreçte şiddet ve düşmanlıkla beslenen ve güçlenen erkek egemen zihniyet daha fazla kadın düşmanı politikalar üretecektir. İdam talepleri, hadım yasası ve gözaltında işkence, tecavüz gibi olaylar sadece birer şiddet olayları değildir. Aynı zamanda toplumda şiddetin meşruluğunu arttıran ve insan haklarının devlet-erkek eliyle askıya alınması demektir.
 
Sokakların kimliği nedir?
 
Demokratik ve sistem karşıtı kadın hareketleri darbelere karşı sokaktalar. Sokaklar kadın hareketi için yeni alanlar değildir. Egemen zihniyete ve onun bir5 sonucu olan erkek şiddetine karşı kadınlar sokakları temel mücadele alanı olarak bilmişlerdir. Yine darbelerden, devlet şiddetinden ötürü yıllardır evlatları için nöbet tutan Cumartesi ve Barış anneleri meydanları çok iyi tanımaktadır. Fakat şimdi farklı bir sokak gerçekliği ile karşı karşıyayız. AKP iktidarı; ezilenin, yok sayılanın, şiddet görenin, haksızlığa uğrayanın temel mücadele alanı olan sokakları dahi özünden boşaltmış, anlamını çarpıtmış ve yozlaştırmıştır. “Demokrasi şöleni” adı altında sokaklara dökülenlerin ortaya çıkardığı görüntülerden bu gerçeği çok açık görebilmekteyiz. Devletin ana sloganına dönüşen “tek bayrak, tek dil, tek millet” söylemi kitleselleşmekte, bayrak tutmayan linç edilmektedir. Tek bayraklı ve tek rengin sosyal ve siyasal yaşama yansıması “tek düşünceli” ve “tek cinsiyetli” yaşamın kapılarını aralamaktadır. Bizler “demokrasi şölenleri” ile aslında darbeye karşı sivil bir darbenin ve diktatörlüğün meşruiyet zemininin an be an ve mekânsal geçişini yaşadık. Darbe girişimi gecesinden “demokrasi şölenlerine” kadar televizyon ekranlarına yansıyan görüntülerle, ‘halk’ hareketinin bir an’da nasıl bir biçim değiştirerek teklik olgusu etrafında birleşebildiğine tanıklık ettik. Ve bu durum aşama aşama gündelik hayatımıza nüfus etmeyi sürdürmektedir.
 
Biz kadınlar, darbe karşıtlığı kılıfıyla alanları dolduran milliyetçi, dinci ve cinsiyetçi erkek gruplarının oluşturduğu görüntülerden endişe duymaktayız. Çünkü biz kadınların özgürlük ve eşitlik sorunu gündem dışına itilmektedir, kadınları aşağılayan söylemler çoğalmaktadır, kadın cinayetleri artmaktadır. Sokaklarda gerçekleşen linçler, katliamlar, OHAL ilanı, gazetecilerin tutuklanması, gazetelerin kapatılması, insan haklarının gündemden düşürülmesi yaşadığımız endişeye dair önemli verilerdir. Örgütlenmezsek, önünde durmazsak kadın mücadelemiz açısından da ciddi engeller teşkil edecek bir süreçle karşı karşıya kalacağız. Cadı avlarının kadın mücadelesine ve duruşuna yansımalarını her gün yeni bir linç kampanyasıyla görmekteyiz. Demokrasi tamamen anlam yitimine uğratılmaktadır. Darbeye karşı darbe sürecinde tecavüzcülere yönelik “hadım cezasının” çıkarılması, kadınlara ve çocuklara dönük tecavüzün bireysel bir hastalık olarak ele alınmasına dönük yasalar birçok mesaj içermektedir. Kadın düşmanlığının zirveye varacağını bu girişimlerle daha iyi görebilmekteyiz. Keza çıkarılan af yasasıyla, derin devlet yapılanmaları, mafya liderleri, tecavüzcüler, katiller ve hırsızlar, serbest bırakılmakta; muhalif olarak görülen her kesimin cezaevlerine doldurulması planları yapılmakta ve bu plan adım adım hayata geçirilmektedir. Bu fotoğraf ile OHAL süreci boyunca kadınların mücadele alanlarına ve kazanımlarına dönük karşı yasalar çıkarılmaya devam edileceği daha belirgin olarak açığa çıkmıştır.
 
DAİŞ zihniyeti yakınımızda
 
Türkiye’de erkek egemen zihniyet 4şiddetten beslenerek güçlenmektedir. Bunu AKP’nin DAİŞ zihniyetini yansıtan yöntemlerle ortaya koyduğu aşikârdır. CHP-MHP-AKP ortak siyasal partiler olarak gerçekleştirdikleri Yenikapı buluşması ile farklılıkların yaşamlarında yer olmadığını belirterek, taraf oldukları devlet modelini bir biçimde yansıtmışlardır. Kadın özgürlğünü merkezine alan bir parti olan HDP’nin çok kültürlü, çok renkli ve kimlikli yapısına yönelik anti demokratik operasyonlar hız kesmeden devam etmektedir. Kullanılan yöntem ve araçlar diktatörlüğün nasıl inşa edildiğini bizlere göstermektedir. Şiddetten beslenme yöntemleri, kışkırtılmış milliyetçilik ve cinsiyetçilikte kendisini tezahür etmektedir. Türkiye’deki halkların tüm bu şiddet sarmalına karşı radikal bir duruş sergilemesi OHAL ve diktatörlük sürecine karşı barış ve demokrasi inşasını güçlendirmesi kaçınılmazdır. Özellikle Türkiye ve Kürdistan’da biz kadın hareketlerinin daha kapsamlı direnişler geliştirmesi elzemdir. Toplumsal bir barış, kadın özgürlükçü bir yaşam, onurlu bir gelecek amaçlıyorsak yapmamız gereken daha fazla örgütlenmek, direnmek ve iktidar karşısında mücadele etmektir. Aksi halde erkek egemen sistemin DAİŞ’leşen iktidarı altında ne kadınlar ne de halklar var olacaktır.
 
Newaya Jin'den alınmıştır