Mülteci krizi feminist bir mesele, öylece oturup seyredemeyiz
Kadının Kaleminden
Helen Pankhurst
Bir kadın, seyahati sırasında yanında koruyucu bir erkek olsun diye “hayatta kalmak için cinsel ilişkiye girmek” zorunda olacak kadar ümitsiz bir durumdaysa bu feminist bir meseledir. Bir kadın, karnı burnunda ve kucağında yetersiz beslenmiş çocuklarıyla yürüyerek yüzlerce mil kat etmeye mecbur bırakılıyorsa; bu da feminist bir meseledir.
Mevcut mülteci krizi, modern zamanlarda dünya geneline yayılmış en ağır insani felaketlerden biri. Evrensel dehşet çokluğu arasında bu kriz, milyonlarca mülteci kadın açısından spesifik tehditler ve zorluklar arz ediyor ve tüm feminist meselelerde olduğu gibi bunun da çözümü dayanışmadan geçiyor.
Bu hafta düzenlenen “Mülteci ve Göçmenler Küresel Zirvesi,” feministlerin dünya liderlerine “vaat değil icraat” çağrısı yapması için kilit bir an.
Tüm dünya kafasını öte yana çevirmişken Care International ve Women for Refugee Women (Mülteci Kadınlar için Kadınlar), mülteci kadınlara kendi hikâyelerini -bu krizin yerden göğe kadar bir kadın krizi olduğunu gün yüzüne çıkaran keder ve cefa hikâyelerini- anlatacakları bir platform yapıvermek için zirve öncesinde beraber çalışıyorlardı.
Nadia’yı ele alalım. Dört aylık hamileyken yerlisi olduğu Irak’tan kaçmak mecburiyetinde bırakılmış; Suriye’de sınırın ötesinde nispi güvenlik aramıştı. Suriye’ye girmeye kötünün iyisi gözüyle bakan bir kişinin ne denli çaresiz olması gerekir? Nadia’nın mülteciliğe giden yolu, cihatçıların bir araba dolusu Ezidi kızı diri diri yakmak için götürüşünü görmesiyle başladı; kendi ailesini de beklendiğinden korktuğu bir kader.
Suriye’deki umutsuz dönemin ardından Nadia dokuz aylık hamileyken sefere elverişsiz, sızıntı yapan bir botla Yunanistan’a seyahat etti. Doğmamış bebeği, gıdasızlık ve stresin kaçınılmaz sonucu olarak seyahat sırasında yaşamını yitirdi.
Yunanistan’a vardıklarında Nadia aceleyle sezaryene alındı. “Bebeğime bakmama bile müsaade etmediler. Onu öylece götürüp bir toplu mezara gömdüler… Günlerce ama günlerce ağladım. Oğlumun mezarını dahi ziyaret edemedim” diye anımsıyor Nadia. Care ve Mülteci Kadınlar için Kadınlar, mülteciler için onurlu ve adil muamele çağrısında bulunduğunda, bu, Nadia gibi kadınlar için.
Bir kadının durumu, ‘hayatta kalmak için cinsel ilişkiye girmek’ zorunda olacak kadar ümitsizse bu feminist bir meseledir.
Başka bir kadın, Dana, “Günün birinde Suriye’de bomba yüzünden ölebilirsiniz fakat bu yolculukta günbegün ölüyorsunuz” diyerek özetliyor durumu. İki çocuk annesi Dana halen Sırbistan’daki bir mülteci kampında yaşıyor. Oraya yanında pek az eşyası ama hiçbir kadının, hiçbir insanın taşımaması gereken bir sefalet yükü ile varmış.
Ve şu anda, bunun gibi hikâyeler Avrupa çapında oldukça yaygın. Bir kadın, seyahati sırasında yanında koruyucu bir erkek olsun diye “hayatta kalmak için cinsel ilişkiye girmek” zorunda olacak kadar ümitsiz bir durumdaysa bu feminist bir meseledir. Bir kadın, karnı burnunda ve kucağında yetersiz beslenmiş çocuklarıyla yürüyerek yüzlerce mil kat etmeye mecbur bırakılıyorsa; bu da feminist bir meseledir.
Genç kızlar, yürek parçalayıcı genç bir yaşta evlendirildiğinde; bu, hayatta kalmak için en büyük şansları olarak görüldüğünde; kadınlar bilinmedik bir ülkede, yol kenarında düşük yaptıklarında; anneler, çocuklarını bir daha canlı göreceğinden şüpheli, karanlıkta, yalnız başlarına botla göndermeye mecbur bırakıldığında; kadınlar İngiltere’ye ulaşıp istismar edildiğinde, aşağılandığında ya da sığınak arama suçundan hamileyken gözaltına alındığında… bunların hepsi feminist meselelerdir. Çok acil, ümitsiz, öfkelendirici feminist meseleler. Ve bizim, feministler olarak hareket geçmemiz gerekir.
Düzenlenen mülteci zirvelerinin öncesinde dünya liderlerinden oldukça sade taleplerde bulunduk. İlkin gelişen ülkelerdeki mülteci kadınlar için daha fazla destek sağlanması. İkinci olarak savunmasız mülteci kadınlar için kaçakçıların ellerinde tehlikeli yolculuklara çıkmak zorunda kalmayacakları güvenilir, emniyetli, yasal yollar. Üçüncü olarak kadın ve kız çocuklarını cinsel şiddet ve kaçakçılıktan korumak için gerekli tedbirleri almak. Ve son olarak, özellikle İngiltere hükümeti için, İngiltere’nin mülteci kadınlara insan onuruna yakışır şekilde davranması ve adil yargılanma hakkı tanıması.
Mülteci krizi çok tartışmalı bir konu ve böylesi çalkantılı zamanlarda mülteciler için her ilave koruma talebi giderek artan bir muhalefetle karşılaşmakta. Ancak medyanın mülteci tasvirine -nesneleştirme, insandışılaştırma- bakıyorum ve tarihin tekerrür ettiğini görüyorum: Canlarını korumak için öz yurtlarından kaçan atalarımı gönderen aynı tarih. Mültecilerin kızı ve torunuyum ben. Meşhur süfrajet Pankhurst tarafında, büyükannem Sylvia, İngiltere’yi yuvası bellemiş bir İtalyan anarşistin partneriydi, annemse aslen 1938’de faşizmin yükselişinden kaçarak Romanya’dan gelmişti.
Tarihte ne zaman öz yurtlarını terk etmeye zorlanmış –veya daha kötüsü; öz yurtlarından silinip atılmış– insan kalabalıkları olsa, başka bir yerde de bu canların harcanabilir olduğunu ima eden bir propaganda mutlaka olmuştur. Faşizm ve Nazizm kök saldığında ülke olarak tarihin doğru tarafında yer aldık. Aynı şeyin bugün için de geçerli olmasından emin olmalıyız.
Bu ayıbın üstü tarih kitaplarında örtülemeyecek; nesiller boyunca ortak vicdanımızda yara olacak kalacak. Derhal harekete geçmek için bireysel ve kolektif sorumluluğa sahibiz.
The Guardian Çeviri: Eda Ağca