Kadın mücadelesi ve handikapları
Kadının Kaleminden
SEVDA KARAKUŞ
İçerisinde bulunduğumuz tarihi süreç giderek tahtına oturan bir tiran rejimi ve militarizme doğru giderken, Kürtler ve göçmen halklar; inançsal açıdan Sünni-İslam kimliğinin dışında kalan gruplar; sınıfsal açıdan isçiler, köylüler, memurlar yani alt sınıflar; cins açısından kadın ve LGBTİ'ler bu süreçte en fazla ötekileştirilerek mağdur edilenler. Bu kesimler ayni zamanda tarihin dinamikleri olup, ilerlemenin anahtarlarını ellerinde tutmaktadırlar. Ancak burada vurgulamak gerekir ki kadınlar ve LGBTİ'ler bu halkanın merkezinde çok yönlü kimliklerinden ötürü çok yönlü hak gaspları ve sömürüye maruz kalmakta. Hükümetin yürütmesini elinde tutan klik ideolojik arka planında kadını yaşamın her alanında geri plana atmak, kazanılmış hakları geriye sarmak ve kadını patriarkal anlayış çerçevesinde eş ve anne rollerine sıkıştırmayı hedeflemektedir.
Bu hükümetin sözcüleri kadına ve çocuğa yönelik şiddeti olağanlaştırırken erki meşrulaştırmakta ve kadın üzerinden toplumu disipline edip ayrıştırmaktadır. Bu anlamda kadına yönelik değerlendirmelerde ve 'eksik kadın' yakıştırmalarında anlaşılması gereken şey esasta bir toplumun dizayn edilmesidir. Çünkü kadının geriye çekildiği, eş-anne kimliklerine hapsedildiği bir toplum, egemenlerin rahatça at koşturduğu ve toplumsal dinamiklerin dizginlendiği toplumdur.
Bu anlamda kadını prangalamak, toplumun ilerlemesine atılan zincirdir. Ancak bu zinciri kıracak ivme ile ilerleyen birçok kadın organizasyonu özellikle Özgecan'a yapılanlar sonrası büyük bir öfke ile sokaklara çıkıp, kadına yönelik şiddeti görünür kılmışlardı. Gördük ki Özgecan sonrası medyanın algı merceğine kadına yönelik şiddet daha fazla yansıdı ve kadınlar gerek üniversitelerde gerek semtlerde bir araya gelip sorunlarını tartıştılar. Bu dönem içerisinde kadınlar ve kadın kurumları Çilem Doğan'ın geçmişe veda edip geleceğe bakan çağrısına karşılık verdiler. Ve Çilem Doğan özgülünde kadın mücadelesi, örgütlediği sosyal baskılanma ile Çilem'i dört duvardan çıkarıp özgürlüğüne kavuşturdu. Bu dava, kadınlar için ne kriminal ne de özel alan olan aile vakasıydı. Tamamen politik, kadının kendi yaşamı üzerine karar alması, kendi varoluşunu engelleyen koşulların kaldırılması olası durumda öz savunmanın kullanılması anlamına gelmekteydi.
Giderek gelişen kadın kurumları ve bununla birlikte kadın bilinci büyük bir olumluluk ve umuda vesile olmaktadır. Ancak olaylar merkezli duygusal tepkilerle gelişen birçok hareket uzun soluklu olamamakta ve bu da Özgecan ve Çilem özgülündeki mücadele hareketlerinde görüldü. Bu örneklerin muhasebesi iyi yapılırsa gelecek dönemdeki kadın dinamiğini diğer mücadele alanlarına taşımak ve birleştirmek mümkündür.
İlk olarak kadın mücadelesinin şovenist damarı iyice sorgulanmalıdır: Bir kadının öz savunması sahiplenilirken, Kürt bir kadının özsavunması sahiplenilmemekte hatta kadının bedeni üzerinden vuku bulan çirkin savaşa tepki gösterilmemektedir. Bu anlamda seksizm ve ırkçılığın ne kadar iç içe olduğunu ve kadın mücadelesinin ikisine yönelmek zorunda olduğunu görürüz.
İkinci olarak da kadın mücadelesini uzun soluklu ele alma, yani duygusal çıkışlar üzerinden değil, programatik politik bir zemine çekmek gerekmektedir. Olabildiğince bütün kadın platformlarının kendi renklerinde dahil olması son derece önemlidir. Bu anlamda ortak hedefler ve baslıklar temelinde bir konferans düzenlenebilir ve bir deklarasyon ile büyük bir umut yayılabilir.
Son olarak da diğer mücadele alanları ile paralel yürümek gerekmektedir. Kadının sesini emeğin mücadelesi ile bileştirmek, ezilen ulusun ve inancın mücadelesiyle birleştirmek çok büyük bir dinamiği ortaya çıkaracaktır.