‘VE’siz olmak
Kadının Kaleminden
Roni Xelikan
Kadınlar yaşamın her alanında kayboldukları ya da kaybettirildikleri için yaşama dair her şeyin içinde kadını aramak zorunda kalıyoruz. Kadınla başlayan her şeyin yanına ‘ve’ eklenmek zorunda gibi… Neredeyse ‘ve’siz kadını tanımlayamıyoruz. Kadının nasıl ele alındığını, nasıl göründüğünü ve nasıl kullanıldığını görünür kılmak için bu bağlaca ihtiyaç var. Ama şimdilik…
Artık kadınların kendilerini kendi dilleriyle, kendi imgeleriyle, kendi metaforlarıyla yazma, çizme, söylemleştirme zamanı gelmedi mi? Başlamanın zamanı çoktan geldi. Yazılanların, yapılanların hepsinde bizler nesneyiz. Özneleşmek için kendimize ait olanı çoğaltmalıyız. Çoğaltmazsak yaşamın kuranı, yaşamın anlamı ruhu biz olamayız. Bizi bizden uzaklaştıranı, bizi tanınmaz hale getireni, ancak kendimizi bilmekle, kendimiz olmakla aşabiliriz. İçimizdeki ‘bizi’ benliğimizi oluşturan cinsiyetçi kültürü aşmakla yakalayacağımız kesin…
Her şeyden önce erkeğin bize çizdiği sınırları sorgulamalıyız. Siyasette, sanatta, ekonomide, eğitimde, akademik hayata katılımımızı belirleyen erkektir. Erkeğin öznesi olduğu yaşamın içinde en başarılı kadın için belirlenen ölçü erkeğin arkasından yürümektir. En başarılısı bile böyleyken diğerlerinin nasıl olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek… Bazı alanlarda ise yürümen bile gerekmiyor. Kadın sadece erkeğin başarısı için vitrinde sergilenen bir metadır. Süsleyendir, ışıltıdır, şatafattır, çürümüşlüğü örten ipektir. Bu ipek sayesinde yaşanılmaz olan yaşanılır hale getiriliyor. Bu ipeğin oluşturduğu yanılsamayla yaşam an be an öldürülüyor. Bu şekilde yaşamı kuran, yaşamı öldürene dönüşüyor. Tükenen kadınla yaşamın kutsiyeti kayboluyor. Kapitalist sistemle birlikte kadın hem her yerde hem hiçbir yerdedir. En kötüsü de bu değil midir? Her yerde olmazsa belki sınırlanır fakat en azından özünü korur. İşte bu çürüten sistemi ayakta tutan kadının bu şekilde konumlanışıdır, kullanışıdır. Bu sistem her gün kadınla var oluyor, kadınla ömrünü uzatıyor. Erkeğin sistemi kadının gücünü, enerjisini büyük bir ustalıkla mükemmel kullanan bir sistemdir. Fiziğini, aklını, akışkan enerjisini, sosyalitesini, emeğini her şeyini alıyor, satıyor ve ondan müthiş sermaye elde ediyor. Metaların kraliçesi olmak da buna deniyor. Bu kötücül sistemde kadın emeği ucuz işgücüdür, kadın doğallığı ve estetiği reklamdır, satış konusudur.
Medya laboratuvarları
Elbette kadın bedeni ve estetiğinin sınırsızca kullanıldığı alanların başında medya geliyor. Medya dünyasını küçümsememek gerekir. Günümüz dünyası önce medyada, televizyonlarda, kurgulanıyor, servis ediliyor, sonra hayat buluyor. Yani yaşam yaşanılmıyor. Yaşanılmadan önce medya laboratuvarlarında deneyleniyor. Yanlış hayat için önce alıştırılıyoruz, nasıl alıştırıldığımızı bile fark etmeden… Aslolan yaşam kurgulanan yaşam oluyor. Her şeyimiz bu âlemde belirleniyor. Ne giyeceğimizi, ne yiyeceğimizi, nasıl ve neleri konuşacağımızı, ne seyredeceğimizi, ne okuyacağımızı, hatta kiminle yaşamını kuracağını, nasıl biriyle nasıl bir evde yaşayacağına bu sistem medya gücüyle karar veriyor, yayıyor. Anlayacağınız hiç birimizin seçme özgürlüğü yok. Biz öyle bir yaşamın içine itilmişiz ki, bizim için seçileni seçiyoruz. En kötüsü de seçileni seçmenin özgürlüğüne kapılıyoruz. O yüzden de ‘o zevkler ve renkler tartışılmaz’ tartışması bir safsatadan öteye geçemiyor. Oluşturulan zevkin ve rengin çeşitliliği içinde birini beğenmek, köleliği modernleştirmenin en ahlaksız kılıfı oluyor.
Al beni yut beni
Sadece reklam sektörünü mercek altına almak bile bu sistemin nasıl döndüğünü anlamak için yeter. Arabalara, ev satışlarına, dondurmaya, çikolataya, banka reklamlarına, özcesi satış konusu olan her şeye ama her şeye kadınlar yapıştırılıyor. Maddenin nasıl olduğuna bakmıyor insanlar. Maddenin tacı maddeyi satmaya yetiyor. Yarısı çıplak kadın resimleriyle satılmak istenen her şey satılıyor. Kadının ‘albenisi’ tam bir ‘yut beni’li tüketim çılgınlığına dönüşüyor. Reklamın reklamı olarak kullanılan kadınla, kapitaller ha bire kazanıyor, toplumda pazara sunulanı tüketmek için ha bire çalışıyor, çalışıyor. Yaşam, satanlar ve tüketilenlerin ölümcül ikileminde kayboluyor. Kadın da bu nesneleşen yaşamın öznesi kılınıyor. Reklamların ne kadar cinsiyetçi bir akılla kurgulandıklarını çözmek zor değildir. Nedense ev işleriyle ilgili reklamların çoğunda mutlaka kadın vardır. Reklamlarda halı, bulaşık, çamaşır yıkarken lekelerin çıkarılması derdine düşen erkekleri hiç görüyor musunuz? Hijyen sorununu, beyazlarını daha fazla beyazlatma sıkıntısını hiçbir erkek yaşamıyor. Her şey erkek ölçü alınarak belirleniyor. Hele araba reklamlarında o korkunç kölelik imgelerini görmemek için kör olmak gerekir. Lassa gibi güçlü olan, arabayı süren erkek, arabanın sahibi erkek, arabayı pazarlayan dişi kaplan…
Avcılık senaryoları
Bir de dizilere bir göz atalım. Şüphesiz izlediğin her dizi sen de şu hissiyatı oluşturuyor. Kadınların ya hepsi fettandır, entrikacıdır, yalancıdır, hırslıdır, zengin koca peşindedir ya da ağlamaklıdır, zavallıdır, erkeğin yardımına muhtaçtır. Nedense bu dizilerde erkekler hep erişilmezdir, kadınlar onlara erişmek için kendilerini çatlatmak, patlatmak zorundadırlar. Senaryoların hepsi avcılık öyküleri gibidir. Av erkektir, kesin onun etrafında dönen üç dört kadın vardır. Tersini de yapmak bazen akıllarına geliyor. Verilmek istenen zengin ol, olmak için ez, biç, çal, çırp, kadını da bunun için sonuna kadar kullandır. Kadın tüm diziler de Tanrıların babası ENKİ’nin yerine konulmuştur. Adeta kadın olmaktan nefret edilmesi için bu diziler üretiliyor. Kadınlar hep birbirlerine düşürülüyor, onları ayıran onların dostu erkekler oluyor. Tanrıçalar aşkına! bu denklemlerin neresi kadın gerçeğini tanımlıyor. Oluşturulmak istenen kadın, erkek ve aile profili topluma bu yollarla empoze ediliyor.
Yanlış hayatların bitişi
Hele o saçma sapan izdivaç, moda programlarına ne demeli… Toplumun aklıyla oynama onu maymuna çevirme diye buna denilir. Kadın ve erkekler bu tarz programlarda deyim yerindeyse insanlıktan çıkarılıyor. Posaya dönüştürülüyor. İzdivaç programlarına yetmiş yaşında nineler ve dedeler bile katılıyorsa ‘ben bu kadını beğenmedim bana enerji vermiyor’ diyorsa artık toplumun düştüğü hali siz tasavvur edin. Demek ki bu tarz programlar çok rağbet görüyor ki, koca ülkenin Başbakanı bile nikâh memuru olmaya karar verdi. Yaşamın en kurucu ilişkisi olan kadın ve erkek birlikteliği, tarihinin en kepaze yüzyılını yaşıyor diyebiliriz. İşte toplum böyle düşürülüyor, yoldan çıkarılıyor, tanınmaz hale getiriliyor.
Sihirli değnek
Medya medyumdan geliyor. Yani illüzyon, yani sihir. Ne demek bu; kandırma, yanıltma, çarpıtma… Günümüz dünyasında gerçekler en fazla medya yoluyla başkalaştırılıyor. Medya toplumların gözlerine mil çekiyor, lal ediyor, sağır kılıyor. Toplumun yerine medya kartelleri düşünüyor. Onlar akıl veriyor, onlar akıl dağıtıyor. Bu şekilde toplum hiçleştiriliyor, düşün dünyası üzerine anlamsızlaştırma operasyonları düzenleniyor. Devlet aklının elindeki bu sihirli değnek kâh toplumları dövdürüyor, kâh eline şeker tutuşturuyor. İktidarlar, hegemonlar, hamuru nasıl yoğurup, şekil vermek istiyorlarsa, öyle yapıyorlar. Buna da medyumların dilinde ‘algı operasyonu’ diyorlar. Bu algı oluşturan ilahlar sayesinde neyi nasıl yapmak istiyorlarsa, önce borazancıları ötüyor. Ardından parça parça taşlar yerine oturtuluyor. Sen farkında olmadan iktidarın en keskin dişlisi haline geliyorsun. O seni meydana diziyor, senin üzerinden at koşturuyor. Peki, bu mahşerin içinde kadın nasıl bir figür? Nasıl oynatılıyor?
Gerçekten iyiler
Medya dünyası erkek dünyasıdır. Baştan sona iktidarla örülü olan bu alanda kadın en etkili araçtır. Amacı gerçekleştiren en şahane aygıttır. Söyleneni daha inandırıcı, daha çarpıcı, daha etkileyici göstermenin, en gözde hali kadınla ifadeye kavuşur. Bakalım; mesela haber sunucularının çoğu kadındır. Biliniyor, toplumun nabzı haberde tutulur. Burada kadınların haber sunmasına karşı olduğumuz anlaşılmasın. İfade edilmek istenen kadının kullanış biçimidir. Yoksa medya da kendi başına nötrdür. Nasıl kullanıldığını kullanıcısı, kullanıcısının da zihniyeti belirler. Bu dünyada kadın emeği çoktur. Ama görünmeyendir. İşin merkezi aklı, yönlendireni erkektir. Mesleğin erbabları, duayenleri hep erkeklerdir. Kadınlar ancak onların gölgeleri olabilirler. Bakıyoruz ana akım medyaya, birkaç tane isim yapan kadın var. Aslında işlerinde gerçekten iyiler. Kendileri olsalar muhtemelen daha mükemmel olacaklar. Kendileri olmak derken kadınca olmaktan bahsediliyor. O deneyimlerini bir de kadın olma bilinci ve sevgisiyle bileseler ne kadar güzel ve iyi olurlar. Erkekleri taklit etmeseler, davranışlarını onlara benzetmeseler, farklılıklarını ortaya serseler toplumu daha fazla etkilemezler mi?
Tutuşan eller
Bir de bu kadınların hepsi tek tek duruyor. Erkek tekeline dönüşmüş medya alanında enerjilerini, deneyimlerini ortaklaştırırlarsa, örgütleşirlerse tahmin edemeyeceğimiz bir sinerji doğmaz mı? Medya patronlarının yerine medya patroniçelerini ikame etmiyoruz. Kadının bu alandaki emeğini taçlandıracak olanın kadın dayanışması olduğunu söylüyoruz. Elbette bu dayanışmanın içinde her birimiz birçok güzelliği ifade ediyor. Fakat unutmayalım bu güzelliğin mayası birbirimize geçirdiğimiz ellerimizdir.
Böyle olursa kadın sadece bu alanda ekran yüzü olmanın dışında çıkar. Çünkü erkek kadını ekranda cisimleştirmiştir. Bu şeyleştirmeyi aşmak kendin olmak ve kendini üretmekle gerçekleşir. Birbirimizi ezerek büyümeyelim, öyle büyümüyoruz daha fazla küçülüyoruz. Dayanışarak, ortaklaşarak, erdem kazanır, her gün gözümüzün önünde erkek egemenlikli sistem tarafından eriyen dünyamıza daha fazla sahip çıkarız.
http://www.newayajin.com'dan alınmıştır