KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Cinsel suçların kaynağı hastalık değil “erkeklik”

Kadının Kaleminden
Temmuz 30 / 2016


 

 
AV. SELİN NAKIPOĞLU 
 
Cinsel saldırganlık, erkeklik gücü, hükmetme ve iktidar ile ilişkilidir. Cinsellik araç olarak kullanılarak şiddet suçu işlenmektedir. Bu suçların faili olan her bireyin ruhsal bozukluğu olduğu varsayımı da doğru değildir.
 
26 Temmuz 2016 tarihinde Adalet Bakanlığı tarafından yayımlanan, “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” ile kamuoyunda “hadım” olarak bilinen kastrasyon işlemi cezai bir yaptırım olarak düzenlenmiştir. Yönetmeliğin üçüncü maddesi dayanak düzenleme olarak 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun md. 108’in alındığını ve altıncı maddesi de cinsel suçlardan hüküm alanlar hakkında, cezanın infazı sırasında veya koşullu salıverildikleri hallerde denetim süresi içerisinde, tedavi ve yükümlülüklerin bir veya birkaçına karar verilmesi için getirilen düzenlemeyi açıklamaktadır. Yönetmeliğin “tedaviden” neyi kast ettiğine baktığımızda ise; ayakta veya yatarak, ilaçla veya ilaçsız olarak cinsel dürtünün azaltılmasına veya denetimine yönelik tedaviler ile cinsel isteğin azalmasını veya yok edilmesini sağlayan yöntem olduğunu okuyoruz.
 
Yani yönetmelik getirdiği bu düzenlemeyle temel yaklaşımın “cinsel dürtü” kavramından kurulduğunu ortaya koyuyor. Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçların cinsel dürtü ile ilgili olduğu, cinsel isteğin ortadan kalkmasıyla çözüme ulaşılacağı düşünülüyor.
 
Hadım işlemi en son 2011 senesinde AKP milletvekillerinin hazırladığı teklif ile gündemimize girmişti. O günlerde de söz konusu teklifin birçok yönünün insan hakları açısından sorunlu olduğunu, teklifin cinsel suçlara bakış açısının yanlış olduğunu, nihai bir çözüm olmayacağını, suçu ortadan kaldırmak için önce neden olan toplumsal koşulları ortadan kaldırmak gerektiğini feministler ve kadın örgütleri detaylıca ifade etmişti.
 
Geldiğimiz noktada sözümüz değişmedi. Hastalık olarak nitelendirip bir kenara çekilmeye, gerçek sorunun etrafında dönmeye devam edilmesine itirazım var. Cinsel suçlara ilişkin en ağır cezanın bir yöntem olarak hukuka yerleşmesi üzerine uzun zamandır sergilenen bir tutum var. Bedene müdahale eden ve en ağır ceza değil, mevcut düzenlemelerden geriye düşmeyerek hakkıyla uygulanan cezalandırmayı konuşmamız gerekmektedir.
 
Ceza değil infaz
 
Öncelikle altını çizmek gerekir ki her ne kadar yönetmelikte cezalandırma olarak ifade etmiş olsa da getirilen düzenleme bir infazdır. İnfaz anlamında bir kastrasyon söz konusudur. Ve yine somut sorun ile uğraşmak yerine hukuki düzenleme ile çözermiş gibi yapmak gibi bir popülist yaklaşım sergilenmektedir. Cinsel saldırganlık, erkeklik gücü, hükmetme ve iktidar ile ilişkilidir. Cinsellik araç olarak kullanılarak şiddet suçu işlenmektedir. Bu suçların faili olan her bireyin ruhsal bozukluğu olduğu varsayımı da doğru değildir (BKZ. 09.03.2015 tarihli Türkiye Psikiyatri Derneği’nin cinsel suçlara ilişkin görüş yazısı). Hastalık kavramına sığınmasını sağlayarak erkeklik suçu “mazur” gösterilmeye çalışılmaktadır. Toplumsal algıyı etkileyecek bu düzenlemenin suçu azaltmaktan ziyade artırmaya etkisi olabileceği muhtemeldir. Cinsel suçlarla mücadele etmek suça neden olan toplumsal koşulları ortadan kaldırmakla, etkili bir soruşturma ile, takdiri indirimlerle cezaların etkisiz hale gelmesinin önüne geçmekle, erkek egemenliğine dayalı toplumsal rollerin sonucu olan eşitsizliklerle mücadele ile, haremlik selamlık uygulamalarından ve kadınlara karşı sistematik uygulanan kontrol mekanizmalarıyla tahakküm kurmaktan vazgeçmekle olur.
 
Kaldı ki, cinsel suçlara yanlış bir bakış açısı ile hazırlanan ve 26 Temmuz’da yayımlanan yönetmelik usul hukuku açısından da hatalıdır. Hukuki dayanak olarak gösterilen md. 108 içerik itibariyle yeterli değildir, çerçeveyi çizmemektedir ve ceza hukukunun temel ilkelerinden olan belirlilik ilkesi ihlal edilmiş ve yönetmeliğin sınırları aşılmıştır. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi unutulmadan infaz şeklinde getirilen bu düzenlemenin açıkça kanunda düzenlenmesi gerektiğini de gözden kaçırmamak gerekir.
 
“Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” infaz diye nitelendirilebilecek bir düzenlemenin çerçevesini çizmemekle birlikte pek çok noktayı da belirsiz bırakmıştır. Hangi ilaçlar ve ne kadar doz verilecek, kastrasyona tabii tutulacağı kararını verecek olan hekimlerin nitelikleri nedir, uzmanlıkları hangi alandadır, zorunlu kastrasyon evrensel etik ilkelerin ihlalidir peki bu noktada neler yapılacaktır gibi soruların bir cevabı da yoktur. Ve olamaz da! Zira çıkış noktası yanlış yerden kurulmuştur. Kısasa kısas ile sorunun çözümüne bile yaklaşılamadığı dünyadan görebileceğimiz örneklerle sabittir. ABD, Suudi Arabistan, İran gibi idam cezası olan ülkelerde cinsel suçlarda herhangi bir azalma olmadığını araştırmalar ortaya koymaktadır.
 
Muktedir, erkeklik suçu olan cinsel saldırı ile mücadele etmek istiyorsa; mevcut hukuki düzenlemeleri hakkıyla uygulayarak, erkek egemen bakışla verilen takdiri indirimlerin cezasızlığa götürdüğünü gözardı etmeyerek, cinsel suçlarda kadın ve çocukların beyanının esas olduğu ilkesiyle beyhude cebelleşmeyi bırakarak, cinsel saldırganlığın güç ve iktidar ile ilgili olduğunu kabul ederek, failleri hasta kılıfı altında “mazur” göstermeye çalışmayı bırakarak ve toplumsal dönüşüme dayanmanın zorunlu olduğunu unutmayarak mücadeleye başlamalıdır.
 
Bu yazı sendika.org sitesinden alınmıştır.