Gurbetelli'nin izinde bir gazeteci Deniz Fırat
Portreler
Şeyma Güzel/JINHA
HABER MERKEZİ - Herkes, insanlık düşmanı hain çetelerin kendi halkına kadınlarına ve çocuklarına yaptıklarını bilmeliydi, duymalıydı. Bir kadın sesiyle bir kadın kamerasıyla… DAİŞ'in Maxmur'a saldırısını ilk Deniz Fırat iletti tüm dünyaya. Gurbeteli Ersöz'ün ve gerçekler uğrunda yaşamını yitiren kadın gazetecilerin çizgisine sahip çıkan Deniz, her kadın gazetecinin yanında haber takip etmeye devam ediyor.
Gazeteci Deniz Fırat (Leyla Yıldıztan) DAİŞ çetelerinin saldırılarını dünyaya ilk duyuran gazetecilerden biri oldu. Bir kadın ve bir gazeteci olarak çetelerin ilk olarak yöneldiği kadınların sesini duyurmaya çalışan Deniz, 8 Ağustos 2014'te DAİŞ çetelerinin Maxmur'a saldırısını takip ederken vücuduna isabet eden şarapnel parçaları nedeniyle hayatını kaybetti. Bayrağını en onurlu şekilde taşıdığı özgür basın geleneğinin temsilcisi Deniz Fırat, sonsuzluğa uğurlanırken yüzlerce kadın gazetecinin de bu geleneğe "Merhaba" demesini sağladı. Onun arkasından değil yanında bu mesleği onuruyla sürdürmeye çalışanlar için en büyük sembollerden biri oldu çünkü kadın gazeteciler Deniz'i de Gurbetelli'yi de hep yanında hissetti.
Van'ın Çaldıran ilçesine bağlı Hangedik (Xecîxatun) Köyü'nde 1984 yılında dünyaya gelen Deniz'in hikayesi göç ve savaşın orta yerinde bir kadın gazetecinin hikayesi. Direngen Kürt kadınlarının hikayesi Denizin ailesinde özetlenmiş gibi. Üç kardeş, üç can, üç can yoldaşı… Aynı yolda, aynı inançla, aynı havayı soluyarak, farklı farklı zamanlarda yaşamını yitirdi. Şimdi onlardan geriye kalanları, anıları, aynı yola çıkan tüm kadınlara ilham veriyor. Binevş, Sarya ve Deniz…
7 yaşında göç yollarına düştü
Aslında Deniz'in hikayesi annesinin yaşadıklarıyla başlıyor. Erk zihniyetinin dayattıklarından her kadın gibi annesi de nasibini aldı. Annesi bir "kan davasını" durdurmak için evlendirildi, 5. çocuğu Sarya'yı dünyaya getirdikten sonra yaşamını yitirdi. Annesi yaşamını yitirdiğinde 4 yaşında olan Deniz, 7 yaşında göçün sancılarını yaşamaya başladı. Babası "PKK'ye yardım ettiği" gerekçesiyle aranmaya başlayınca 1991 yılında Deniz ve diğer 3 kardeşini de alarak Van'ın Çaldıran İlçesi'nden İran'ın Arapken köyüne göç etti. Deniz Çaldıran'dan İran'a geçerken ardında "berdel" usulüyle evlendirilen bir ablasını ve cezaevine giren bir abisini bırakmaz sadece. Bir daha hiç dönemeyeceği Çaldıran'ı bir daha hiç yaşayamayacağı çocukluğunu, anılarını, annesini bırakır.
PKK saflarında büyüdü
Ailesi İran'da kısa bir süre kaldıktan sonra Irak'a göç etti. Yaşadığı sıkıntılar çocuk yaşında haksızlıklara karşı bir bilinç edinmesini de beraberinde getirdi. Babası çaresizlik içindeyken güvendiği PKK'ye çocuklarını emanet etti. PKK'nin onlara kol kanat gerdiği ve tam bir ana ocağına dönüştüğü zamanda, Deniz henüz 9-10 yaşlarında, ablası Ayfer (Binevş) 13-14 yaşlarında, kız kardeşi Şükran (Sarya) ise 6-7 yaşlarındaydı.
Önce Binevş'i ardından Sarya'yı kaybetti
Deniz'in ablası Binevş, Doçka silahını ilk kullanan kadın olarak da tarihe geçerken, Binevş 1997 yılında Zap'ta çıkan çatışmada yaşamını yitirdi. Deniz ablasını yitirdikten 2 yıl sonra yani 8 Ağustos 1999'da ise bu sefer kız kardeşi Sarya'yı Metina alanında çıkan bir çatışmada kaybetti. Denizin Horya isimli kardeşi de tam da bu dönemde PKK saflarına katıldı ve ablası Binevşîn ismini aldı.
PKK'de okuma yazma öğrenen Denizi sürekli kendini geliştirmeye çalıştı. Okumayı çok severken bunun yanı sıra Deniz birçok sahada da pratik çalışmalarını yürüttü. Kürdistan'ın her parçasında çalışmalarına katıldı. 2 defa da ağır yaralanırken, ilk yaralanmasında başından şarapnel parçası isabet etti ikincisinde ise gözünden ve omzundan yaralandı.
Okuma yazma öğrenmekten, makale yazımına
Okuma yazma dahi bilmeyen o küçük kız çocuğu, köşe yazıları kaleme almaya başladı. Kaleme olan sevdası büyüdükçe Deniz iyi bir gazeteci olmak istedi. ANF muhabirliğine başladı ve en büyük arzusu olan iki kız kardeşinin hayat hikayesini yazmak istiyordu. Kadının düşüncesiyle kalemini buluşturmak isteyen Deniz iyi bir gazeteci olmak istiyordu. Bunu her fırsatta dile getiren Deniz hafızalara kazınan bir muhabir oldu. Basına büyük emek harcayan Deniz durmak dinlenmek bilmeyen bir pratiğe sahip oldu. Maxmur'da kapı kapı dolaşıp gerçeğin insanlara ulaşması adına gazete dağıtımından, yazdığı makalelere, çektiği görüntülerden, savaş muhabirliğine kadar özgür basın adına birçok çalışma yürüttü.
İçindeki çocuk onu hiç terk etmedi
Deniz belki çocukluğunu somut olarak yaşayamadı ama onu anlatan, tanıyan herkes sevecen, esprili, hareketli olduğunu, içindeki çocuğun onu hiç terk etmediğini söylüyor. Devrimci, özgürlükçü Deniz aynı zamanda doğrunun, onurun ve halkın yanında olan bir gazetecilik pratiği de sergiledi. 8 Ağustos'ta DAİŞ'in Maxmur saldırısında en ön cephede O, gerçekleri tüm dünyaya duyurma çabası içerisindeydi. Deniz televizyon kanalına bağlanıp DAİŞ saldırılarına karşı direnişe ilişkin haber aktardıktan kısa bir süre sonra DAİŞ çetelerinin attığı havan topu parçalarıyla yaşamını yitirdi. Kız kardeşi Sarya gibi o da 8 Ağustos'ta dünyaya gözlerini yumdu.
Gerçeğin peşinden ayrılmadı
Bu "çok tehlikeli işi" yapaktan hiç vazgeçmeyen Deniz, gerçekleri aktarmak için, halkın bilgi edinme hakkı için haberlerin peşinden ayrılmadı. O son haberi yaparken nasıl çabaladığı gözleri önüne gelirken resmine bakarken "bir kamera bir kadına bu kadar mı yakışır" sözleri döküldü insanların dilinden.
Mevzisi kamerası silahı kalemi oldu
Savaş muhabirliği yaparken mevzisi kamerası, silahı yazdıkları ve aktardıkları oldu. Herkes, insanlık düşmanı hain çetelerin kendi halkına kadınlarına ve çocuklarına yaptıklarını bilmeliydi, duymalıydı. Bir kadın sesiyle bir kadın kamerasıyla… Ve böyle de oldu. DAİŞ'in Maxmur'a saldırısını ilk Deniz iletti tüm dünyaya. Özgür gazeteciliğin kadın profili bu şekilde oluştu. Gurbeteli Ersöz'ün çizgisine sahip çıkan Deniz, onun kalemini yerde bırakmayan kadınlar gibi, ailesinde yaşamını yitiren kardeşlerinin silahını omuzlar gibi omuzladı.
Cenazesini yüz binler karşıladı
Yaşamını yitirdikten sonra cenazesi henüz 7 yaşındayken terk etmek zorunda kaldığı Çaldıran'a geldi. Gerçekleri anlatmak istediği yüz binler Silopi'den Çaldırana gelene kadar karşılayarak "Hoş geldin" dedi. Yüz binler akıp gitti ardından ve selama durdu Deniz'i karşılarken.
'Deniz özgür kadın yolundaydı'
Deniz'in izinden giderek gazeteciliğe başlayan kızkardeşi Beritan Yıldıztan da şöyle anlattı ailesindeki kadınların mücadeleci ruhunu: "Deniz henüz 7 yaşındaydı. Göç yoluna başladığında katılımı da başlıyor. Binevş dağdayken Deniz ve Sarya onun ziyaretine gidiyor. Ziyaret esnasında hava saldırısı yaşanıyor ve ikisi de daha çok küçük. Hava saldırısında yanlarındaki arkadaşları parça parça oluyorlar. Asıl katılma kararını o zaman orada alıyorlar. Aslında bir kader gibi, ailemizin bütün çocukları gerillaya katılmış ve iyi de olmuş. Gerillada olan kardeşlerim hep kadındı ve kadınlar için bu yol özgürlük yoludur. Her ne kadar birbirimizden uzak olsak da şehit düşmüş olsalar da bu yol özgürlük yoludur ve iyi ki de kız kardeşlerim bu yolu seçtiler" dedi.
'Aslında o hiç büyümedi'
Deniz'i terk etmeyen çocuğu anlatan Beritan, "Deniz aslında hiç büyümemişti. Katıldığında zaten çocuktu. 9-10 yaşlarındaydı, o hep öyle kaldı. Onun yanına gittiğimde, Maxmur'dayken de görebiliyordum. O hep eskisi gibiydi, o çocukluk onda hep vardı. Karekter olarak çok doğaldı, kesinlikle kuralcı değildi, insanlarla ilişkilenmesi çok doğaldı" ifadelerini kullandı.
'Bir gün köye geleceğim'
Beritan, Denizle olan son görüşmesini anlatan Beritan, "Ben Türkiye'ye döndükten birkaç gün sonra zaten Deniz şehit düştü. Ayrıldığımızda akşam karanlığıydı. Ben onunla doğru düzgün vedalaşmadım da zaten 10 gün içerisinde geri dönmeyi planlıyordum. Onunla vedalaşmaya gittiğimde çok yorgun görünüyordu. Ben de öylesine bir hatır istedim. Bir daha onu görmeyeceğimi bilmiyordum. Bunun dışında ayrıldıktan sonra telefonla da konuştuk. Telefonda konuşurken ben köydeydim. Bana bir tepenin üzerine çıkmamı söyledi. Ben de çıktım, 'orada bir su var' dedi. 'Evet görüyorum' dedim. Deniz 'Çocukluğum hep o suda geçti, çocukken oradan geçtiğimde eteğime taşları doldurur öyle geçerdim ki su beni alıp götürmesin' dedi. Bana köyü, köyün etrafını anlatıyordu, özlemi vardı bir gün ben de oralara geleceğim diyordu. Bu konuşma zaten onunla son konuşmamız oldu" dedi.
'Aldığım sorumluluğa layık olmaya çalışıyorum'
Gazeteciliği ne için tercih ettiğini de anlatan Beritan, "Ben aslında sinema okuyordum. Türkiye geldiğimde de kültürel faaliyetler yürütmek istiyordum. Ancak Deniz şehit düştükten sonra annem bir çocuğun onun yerini doldurması gerekir dedi. Ben de basında çalışmak istedim. Bu sorumluluğu aldım ancak bir taraftan da yapamazsam diye korkuyorum da. Çünkü çok anlamlı ve ağır bir sorumluluktur. Bu aldığım sorumluluğa layık olmak istiyorum" ifadelerini kullandı.
(şg/gc/fk)