PORTRELER Yazdır Kaydet

'Mücadele kadının özlük görevidir'

Portreler
Nisan 15 / 2016


 

 
Sarya Gözüoğlu / JINHA
 
ÇEWLÎK – Geçmişin feodal yapısına karşı yaşam biçimini değiştiren ve özgücünü ortaya koyan kadınlardan biri olan Gülsüm Güreş, yaşam mücadelesi içerisinde feodallikten, kadın olmanın bilincine vardığı süreci anlatarak şunları söylüyor: “Kadınlar baskının ve şiddetin her türlüsünü bilmeli ve iyi anlamalı. Hiçbir zorlukla karşılaşmamış olsa bile diğer kadınlar için mücadele etmeli bu bizim özlük görevimizdir. Mücadele kadının yaşamında ekmek ve su kadar gereklidir.” 
 
Yaşamın her alanında ve dünyanın her yerinde kadınların kendine özel bir hikâyesi ve mücadele biçimi vardır. Bingöl'de yaşayan 56 yaşındaki Gülsüm Güreş yaşamın her alanında güçlü kadın duruşunu açığa çıkarmış ve mücadeleyi yaşam biçimi olarak hayata geçirmiş kadınlardan. 13 yaşında zorla amcasının oğlu ile evlendirilen Gülsüm, hayatının en büyük travmasını henüz sokakta oyun oynayan bir çocukken, ailesinin onu evlendirmesi ile yaşamış. Tüm yaşamının mücadele ile geçtiğini ve kadındaki gücü gördüğünü dile getiren Gülsüm, 56 yıllık yaşamında yaşadığı tüm zorlulara karşı verdiği mücadeleyi, "Hayat zordu ama bende kolay bir kadın değildim" cümlesi ile özetliyor. 
 
'Gücümün farkında değildim çünkü öyle öğretilmişti'
 
Gülsüm, yirmili yaşlara kadar kendindeki gücün farkına varmadığını ifade ederek, "Ailem beni evlendirdiğinde henüz 13 yaşındaydım o zaman kadının hele de bir kız çocuğunun aile içerisinde söz sahibi olabileceğini düşünmezdim, kadının gücünün farkında değildim çünkü öyle öğretilmişti" dedi. Düğünü yapılmadan önce henüz sokakta oyun oynayan bir çocuk olduğunu belirten Gülsüm, "Düğünümden sonra uyandığımda inanamadım ve yabancı bir yerde zannettim kendimi. Evlendirilmeden önce de zaten okula gidiyordum başarılı bir öğrenciydim en büyük isteğim Üniversiteyi bitirmekti ancak aile okumama izin vermedi ve zorla evlendirdi. Zaten feodal bir aileydi aile büyüklerinin sözünü dışında hareket edilmiyordu" diye konuştu.  
 
'Çocuktum ama beni kadın olarak görüyorlardı'
 
Eşinin kendisinden yaşça büyük olduğunu ve evlendikten sonra kalabalık bir aileyle birlikte yaşamanın sorumluluğunu yüklendiğini dile getiren Gülsüm, "Geniş bir ailenin içinde çocuk yaşta bir anda kocaman bir kadın gibi yaşamaya başlamıştım. Daha bir çocuktum ama beni bir çocuk olarak değil yetişkin bir kadın olarak görüyorlardı. Sonra bir kızım oldu ve kızım bir yaşında iken eşim yaşamını yitirdi. Benim için mücadele aslında tam da o zaman başladı" dedi.
 
'Kendim için kızım için bir şeyler yapmam gerekti'
 
Toplum algısında eşi ölen bir kadına eve kapanmanın az konuşmanın yaşamda vasıfsız olmanın dayatıldığına dikkat çeken Gülsüm, "4 yıl köyde eşimin ailesi ile yaşadım. Sonrasında kendi ailemin yanına geçtim. Ancak burada hiç bir şey yapmadan yaşamak öylece evde oturmak bana göre değildi. Kendim için kızım için bir şeyler yapmam gerekti. Sonrasında Bingöl'e taşındık kızımı ve büyüttüm" diye anlattı. Kızı ile yalnız bir hayatı sil baştan kurduğuna söyleyen Gülsüm, "Hayat şartları çok zor çok fazla zorluk çektim tacize de uğradım. Öyle bir baskı vardı ki kızımın okuluna giderken çekinerek gidiyordum. İstediğim kıyafeti giyemiyordum hep dikkat etmek zorunda kalıyordum" şeklinde konuştu.
 
'Direniş ile hayat daha yaşanılır bir yer oldu' 
 
Bingöl'de toplumsal baskının kadınlar üzerindeki etkisinin çok fazla zorlayıcı olduğunu sözlerine ekleyen Gülsüm, "Dar görüşlü bir şehir ve çok fazla toplum baskısı var. Burada kadınlar kendi için değil toplum için yaşıyor, her anlamda kısıtlı bir yaşam sürüyor. Dolayısıyla bunlara karşı bir direniş geliştirmek durumunda kaldım ve bundan sonra da hayat daha yaşanılır oldu benim için" dedi. Eşi öldükten sonra evlenmeyi hiç düşünmediğini ifade eden Gülsüm, "Yalnız başıma güçlüydüm ve kimseye ihtiyacım yoktu ve tek başıma mücadele ettim. Hayat çok zordu ama bende kolay bir kadın değildim mücadele etmekten hiç yılmadım. Çalıştım ve yapabileceğim hiçbir işten de kaçmadım" diye kaydetti.
 
'Toplum ne kadar eril olursa olsun artık güçlü olduğumu biliyorum'
 
Mücadele ile yaşamda karşılaştığı tüm zorluları ve baskıları yendiğini söyleyen Gülsüm, "Toplum ne kadar eril olursa olsun artık güçlü olduğumu biliyorum. Üstelik ben çalışmaya başlayınca Bingöl'de neredeyse çalışan kadın yoktu. Yemek yaparak başladım çalışma hayatına. Merdiven yıkadım çocuk baktım kooperatiflerde çalıştım. Erkeklerde kendi içlerinde bir kadının çalışmasını olay kolay kabullenmediler. O zaman birlikte çalıştığım hiçbir erkeğe güvenim yoktu ama kendime güveni vardı. Bu nedenle vazgeçmedim" diyerek yaşadığı süreci anlattı.  
 
'Kadınlar şiddetin her türlüsünü bilmeli ve iyi anlamalı'
 
Hiçbir kadının erkeğin baskısına ve şiddetine boyun eğmemesi gerektiğine dikkat çeken Gülsüm, "Her kadın kendi mücadelesini yürütmeli. Bir kadın yaşamda tüm olanaklara sahip olabilir her şeyin yolunda gittiğini düşünebilir ama her durumda toplumun yapısından kaynaklı kadına yönelik bir şiddet ya da baskı bir şekilde gelişiyordur. Kadınlar baskının ve şiddetin her türlüsünü bilmeli ve iyi anlamalı. Hiçbir zorlukla karşılaşmamış olsa bile diğer kadınlar için mücadele etmeli, bu bizim kadınlık görevimizdir. Yani sonuç olarak mücadele kadının yaşamında ekmek ve su kadar gereklidir" dedi. 
 
'Tek çözüm kadın örgütlenmesi'
 
Kadının doğasında güç ve iradenin büyük bir yer edindiğine işaret eden Gülsüm, "Bingöl diğer illere göre çok farklı genç kadılar özellikle çok fazla aile baskısı görüyor. Bunun tek çözümü kadınların örgütlenmesidir. Kadınların örgütlenmesi ve bilinçli olması dirayetli olması gerekiyor. Yoksa kadınlar köle olarak yaşamaya devam edecekler. Buna karşı bir direniş ve mücadele gerekiyor ama her alanda yani siyasi ekonomik toplumsal alanda mücadele yürütmeli” dedi. 
 
(ea/dk)