Ruh maceracısı Ayşe Şasa
Portreler
Rojda Oğuz/JINHA
İSTANBUL - Ölümünün 2'nci yıl dönümünde, birçok kitap ve senaryoya imza atmış Ayşe Şasa'nın yaşamını "Kendimi su ve toprak olarak algılıyorum. Hezeyan sayılır bu. Acaba yoğunlaşır mı, kendi kendime baş edebilir miyim?" sözlerinden anlamak mümkün. Okuyucu kitlesinin 'Bir ruh maceracısı' olarak tanımladığı Ayşe Şase, eserlerinde kendi iç dünyasını en çıplak haliyle kuyucularına yansıttı.
Çerkez ve Kürt bir ailede dünyaya gelen Ayşe Şase yaşamı boyunca onlarca kitaba ve senaryoya imza attı. Yaşamının her alanında buhranlı ruhunun dehlizinde kendisine yer arayan Ayşe Şasa, ölümün 2'inci yıl dönümünde hafızalara kazınan mücadeleci ruhuyla anılıyor. Ayşe Şasa'nın kim olduğuna dair soruların altında onun direngen ruhu ve Batı ile Anadolu arasında sıkışan kişiliğini görmek mümkün.
Zengin ve köklü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Ayşe, daha küçük yaşlarda ailesinden ayrıldı. Yatılı okullarda arada kalmışlıklarının sonraki yaşamında yaşayacağı travmalara neden olabildiğini söyleyen Ayşe, "Dünyayı modern Batının sığ, hastalıklı, perişan ölçüleriyle değerlendirme çabası beni otuz yaşımda şizofreniye götürdü" derken çocukluğunu en iyi şekilde özetliyordu.
Bir ruh maceracısı
Yaşadığı hastalık boyunca dışarısıyla haberleşmesi telefon aracılığı ile olan Ayşe, bunu "Dünyayla, telefon hattı üzerinden kurduğum bir rabıta var" şeklinde yorumlar ve yine hastalığını "Dünyayı modern Batının sığ, hastalıklı, perişan ölçüleriyle değerlendirme çabası beni otuz yaşımda şizofreniye götürdü" diye anlatır. Okuyucuları tarafından 'Bir ruh macerası' olarak tanımlara Ayşe, yazmış olduğu 'Delilik Ülkesinden Notlar' kitabında kendisini en çıplak halde tanımlar.
Buhranlı ölümünün izleri çocukluğunda gizli bir kadın...
Ayşe, bir şişenin içine ''Ben yalnız bir çocuğum, bunu bulan lütfen beni arasın'' diye yazıp denize attığında, yalnızlığın ürpertici bilincine erken uyanmış daha yedi yaşında bir çocuktu. Kısacası Ayşe'nin yaşamı özetlenirse şunlar söyleyebilir: "Avni Şasa ve Melike Orbay Şasa'nın çocukları olarak 1941 yılında dünyaya gelir. Ayşe, 13 yaşına kadar Yahudi, Protestan ve Katolik halayıkların elinde büyüyen bir çocuk. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde okur. 18'inde kendini Marksist olarak tanımlar. Sinemaya başladığı 60'lı yıllarda onu Kemal Tahir heyecanıyla kuşatılmış olarak görmek mümkün. 1980'li yıllarda ağır bir psikolojik rahatsızlık geçirdi. Doktorlar şizofren teşhisi koyar. On yıllık inziva dönemi sırasında sinema piyasasından tamamen çekildi. Bu dönemden sonra, düşünsel anlamda kendisini değiştirdi, daha bilimsel, sezgici bir hayat sürmeye başladı. Bu yeni yaşam tarzı, eserlerine de yansıdı. İbn Arabi ve Andrei Tarkovsky üzerinde derin düşüncelere sahiptir. 16 Haziran 2014 tarihinde bir süre tedavi gördüğü zatürree rahatsızlığı sebebiyle hayatını kaybetti."
'Deli miyim ben, hakikati mi görüyorum? '
Ayşe'nin "Delilik Ülkesinden Notlar" kitabından bir kaç alıntı şöyle:
"Kıllılar dünyası, kendi değerlerini mutlak sayan küçük ilahlar ve ilahelerle dolup taşıyor. Kibir içinde, kendilerinden emin dolaşıyor, konuşuyor, eylem yapıyorlar. Kendilerinden, görüşlerinden, görüşlerinin doğruluğundan en ufak bir şüpheleri yok. Akıllılar dünyası tek boyutlu bir realite içinde yaşıyor. En gelişmiş şekliyle üç boyutlu."
"İşte şimdi suyum... şimdi toprak oldum... şimdi içinde bulunduğum yer cennet. Akan bir suyum ve çevremde yeşillikler var. Otların bedenime değdiğini algılıyorum. şimdi gübreyim, içimden otlar çıkıyor. Zaman durdu zamanın dışındayım şimdi..."
"Kendimi su ve toprak olarak algılıyorum. Hezeyan sayılır bu. Acaba yoğunlaşır mı, kendi kendime baş edebilir miyim? Doktora haber versem, ilaç alsam, kalkıp tuvalette yüzüme su çarpsam..."
"Patalojik bir hezeyan mı yaşadığım, derin varoluşsal bir gerçeklik mi? Şizofren miyim, geleneksel kültürün meczup diye nitelediği halk aşığı kişi miyim? Deli miyim ben, hakikati mi görüyorum?"
(sy)