'Kimse ataerkinin kötülüğü ile yüzleşmek istemiyor'

10:44

Sibel Yükler/JINHA

ANKARA - Erkan Petekkaya'nın kadını aşağılayan, tacizi ve şiddeti meşrulaştıran söylemlerini değerlendiren erktolia'dan Dilara Gürcü, kimsenin sistematik olarak faydanılan ataerki ile yüzleşmek istemediğini belirtti. Sibel Schick, eril reddedişle kadını suçlu gösterdiklerini söylerken, Melis Uluğ da herhangi bir taciz durumunda mağdurun bir özelliğini tartışmanın doğrudan ya da dolaylı olarak tecavüz kültürüne katkıda bulunmak olduğuna dikkat çekti.

Nurgül Yeşilçay'ın gerek Erkan Petekkaya, gerekse dizi setlerindeki eril tahakkümü ve tacizi ifşa etmesinin ardından Erkan Petekkaya, eril bir reddediş göstermiş ve Nurgül Yeşilçay şahsında kadınları aşağılayan bir röportaj vermişti. Üstelik bu röportajda tacizi de meşrulaştırmıştı. Erkan Petekkaya'nın Nurgül Yeşilçay'a cinsiyetçi saldırısı ve aşağılaması üzerine feministler büyük tepki gösterdi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Erkan'ın kadına şiddeti, tacizi ve kadın cinayetleri meşrulaştıran söylemleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Ardından erktolia imza kampanyasına çıktı.

Biz de Erkan Petekkaya'nın söylemlerinden eril tahakküme kadar yaşananları erktolia ekibinden Dilara Gürcü, Sibel Schcik ve Melis Uluğ ile konuştuk.

Üç başlıkta meşrulaştırma çabası

Melis, erkek egemen yapıya karşı bir çıkış geldiği anda, erkeklerin reddedişi de erillik üzerinden yapmalarını şöyle açıklıyor: "Cinsiyetçi bir söz, söylem ya da davranışta bulunanlar eğer yaptıklarının cinsiyetçi olduğu söylenirse ya da doğrudan eleştirilirse hemen bu tarz savunmalara geçerler. Hiçbir zaman şöyle bir ifadeye rastlamayız mesela: 'Evet bu yaptığım çok cinsiyetçi bir davranış, böyle olduğunu hiç düşünemedim, özür dilerim.'" Bunun yerine üç ayrı başlık altında toplanabilecek meşrulaştırma mekanizmasının devreye girdiğini bildiren Melis'e göre, bu üç başlık şu şekilde gerçekleşiyor:

Annelik, cinsiyet körlüğü, erkeklik ve suçlu kadın

"İlkinde 'Benim annem de bir kadın' diyen cinsiyetçi kişi şu mesajı veriyor. 'Ben anneliğe çok değer veririm, anneliğim kutsal olduğunu da düşünürüm, böyle bir durumda siz beni nasıl kadın düşmanlığı ile suçlarsınız.' Burada kişi, anneliğin kutsallığından yararlanmaya çalışıyor. İkincisinde 'Kadın-erkek yok, insan var' diyen kişi şu mesajı veriyor. 'Benim için cinsiyet önemli değil'. Aslında gayet cinsiyetçi olan ve kadın düşmanlığı yapan kişi birden 'cinsiyet körü' gibi davranmaya başlıyor, cinsiyet hiç önemli değil gibi açıklamalar gerçekleştiriyor ve bu açıklamalarını 'hümanizm' çerçevesinde gerçekleştirmeye çabalıyor. Eğer gerçekten de 'hümanist' olsa böyle cümlelerin zaten ağzından dökülmeyeceğini de bilmiyor. Üçüncü olarak da 'Neticede biz erkeğiz' diyen kişi bunu bir meşrulaştırma mekanizması olarak kullanıyor ve bu açıklaması sebebiyle de toplumun da 'erkeğin' sırtını sıvazlayacağını biliyor. Yani aslında birbirine çok benzeyen bu açıklamalar hem birbirinden ayrı ama birbirini tamamlayan meşrulaştırıcı mekanizmaları devreye sokuyor."

Sibel ise, eril reddedişle kadının haklılığının önünü tıkamaya ve kadını ne yaparsa yapsın suçlu konumunda bırakmaya çalıştıklarını söyleyerek, "Tacize uğradığından dolayı suçlanan kadın, tacizi ifşa ettiği için de suçlanıyor. Bu şekilde kendi masumiyetini kanıtlamış olacağına inanıyor" diyor.

'Cinsel şiddeti arzu sonucu eylem görüyorlar'

Erkan Petekkaya'nın açıklamasındaki "Beyonce mudur ki taciz edeyim?" sözü de tacizi meşru kılıyor. Bir erkeğe bir kadını taciz edebileceğini açık açık söyleten nedir? Dilara, Erkan Petekkaya'nın temsil ettiği çoğunluğun, kendilerini güç ve statü üzerinden tanımladığına işaret ediyor. Cinsel şiddete tepki gösterdiklerinde "senin bu çirkinliğinle sana zaten kimse tecavüz etmez" cevapları geldiğini söyleyen Dilara, "Çünkü bu erkekler sanıyolar ki cinsel şiddet sadece 'arzu duyabildikleri' kadınlara karşı uygulanabilir. Cinsel şiddet uygulamayı bir lütuf ve arzu sonucu doğan bir eylem olarak görüyorlar! Mücadele ettiklerimizin algısı, seviyesi bu" diyor.

'Taciz şiddet eylemi olarak görülmüyor'

Sibel de, bunun sebebinin ilk olarak erkek olmayan herkesin ve her şeyin erkeğin mülkü olarak görülmesinde yattığını söylüyor. Sorunun aynı zamanda toplumda tacizin hâlâ bir şiddet eylemi olarak görülmemesinden kaynaklandığına da işaret eden Sibel, şöyle devam ediyor: "Bir insana yalnızca cinsiyeti ve/veya dış görünüşünden ötürü yanaşarak, o insanın beden bütünlüğüne saygı duymayan, onu metalaştıran belli ifadelerde bulunmak tacizdir. Fakat bu maalesef tacizci tarafından, hatta bazen taciz edilen kişi tarafından bir iltifat, bir beğeni göstergesi olarak algılanıyor. Halbuki bu son derece aşağılayıcı ve insanı birey olarak hiçe sayan bir şiddet eylemidir. Kadın katillerine dahi göstermelik cezalar verilirken tacizcileri caydıracak uygulama toplumsal tepki olmalı."

Tecavüz kültürüne katkıda bulunmak

Aslında tecavüz, taciz, istismar vakalarında sıkça rastladığımız "anlatsam kimse inanmaz ki" cümlesini bir kez daha görmüş olduk. Çok ağır olan, normal şartlarda hassasiyet gösterilmesi gereken suçlamalar kadından geldiği zaman neden kabul görülmez, neden gerekçeler sıralanır? Melis, tecavüz kültürüyle ilgili şunları söylüyor: "Bu noktada vurgulamam gereken son bir şey var. Taciz ve tecavüz sınıf, ırk, din, cinsel yönelim, dış görünüş, kıyafet, zaman ve mekan fark etmeksizin tüm kadınların başına gelen bir şey. Bu sebeple herhangi bir taciz-tecavüz durumunda tecavüzü gerçekleştiren kişi yerine tecavüz mağdurunun herhangi bir özelliğini tartışıyorsanız siz de doğrudan ya da dolaylı olarak tecavüz kültürüne katkıda bulunuyorsunuz demektir."

'Kimse ataerkinin kötülüğü ile yüzleşmek istemiyor'

Dilara da, eril tahakkümün yerleşikleştiği bir dünyada kadının maruz kaldığı şiddeti hak ettiğine, bu şiddeti hak etmiş olmak için bir şeyler yapmış olduğuna inanıldığını söyleyerek, "Kimse erkeklerin sistematik olarak faydalandığı ve içinde şiddeti ürettiği ataerki ile yüzleşmek istemiyor. Bununla yüzleşmek eril tahakkümün saf kötülüğü ile yüzleşmek demek" diyor. Bu noktada kadını suçlamanın daha kolay geldiğini belirten Dilara, ataerkinin sistematik tahakkümünü sorgulamanın, yaşadığımız düzeni algılarken bir kırılma yarattığına dikkat çekiyor. İnsanın kendini bildi bileli inandığı, sırtını yasladığı sistemin sorunlu olduğunu görmek ve mevzuya bu noktadan yaklaşabilmek birçok birey için güç gerektiren bir durum. Kolaya kaçıyor ve erkekten yana oluyorlar. Bu sayede sistemin içinde var olmaya devam edebiliyorlar."

'Toplumsal cinsiyet rollerinin sonucu'

Sibel ise cinsel istismar olayları haberleştirildiğinde de hep failin sesini duyduğumuza, şiddete maruz kalanın sesini pek duymadığımıza dikkat çekerek, durumu şöyle açıklıyor: "Şiddete maruz kalan bireyin beyanının esas alınmaması, failin genellikle erkek olması fakat şiddetin erkekliğin birincil doğasıymışçasına kabul görmesi ve sesinin daima baskın çıkması da toplumsal cinsiyet rollerinin sonucu olarak ortaya çıkmış birer olgu."

(mg)