Besna Tosun: Ben babama bir mezar borçluyum

09:05

Ruken Tuncel/JINHA

İSTANBUL - Biri 33, biri 23 yaşında iki kadın; Galatasaray Meydanı'nda Cumartesi Çocukları'ydı onlar… Şimdi yetişkin iki kadın... Her şey değişti yaşamlarında, değişmeyen tek şey; 21 yıldır kaybedilenleri için verdikleri mücadele. O kadınların ortak cümlesi ise burada gizli: "Bir mezarı olsun babamın."

Besna Tosun ve Nejbir Aydoğan'ın babaları kaybedilen Cumartesi Çocukları. Kaybedilmenin bir daha görememek olduğunu bilmedikleri bir yaşta "baba" diyerek oturdular bir meydana. Oturdukları o meydanda tam 21 yıl 582 hafta geçti. Bıkmadılar, yılmadılar, babalarını bulabilmek umuduyla mücadele ettiler daha çocuk yaşta… Şimdi ise tek istekleri; bir mezar taşı…

Besna Tosun, babası Fehmi Tosun kaybedildiğinde 12 yaşındaydı. Evlerinin önünden kaçırılan babasını en son gören o olmuştu. Arkasından koşmuştu babasını götüren arabanın, soluksuz koşmuştu: "Yetişirim de alırım belki babamı" diye… Yetişemedi. O günden sonra payına Galatasaray Meydanı'nda büyümek düştü. 12 yaşındaydı Besna, o meydana oturduğunda. Şu an 33 yaşında ve şimdi o meydanda kendi deyimiyle; "Can oğul Devrim" ile oturuyor. Besna, 33 yaşındaki bir kadın bedeninde; 12 yaşında bakan gözleriyle geçen 21 yılı anlatıyor.

"Babam zaten uzun bir süre cezaevinde kalmıştı" diyerek başlıyor konuşmasına. Ve daha ilk cümlede tıkanma yaşıyor. Derin bir hasret barındırıyordu "babam" deyişi... Ne çok özledim "baba" demeyi dercesine kalıyor öyle birkaç saniye… Ağzından çıkan sözcüğü kulakları duymuştu, sarsılmıştı zihni, parelenmişti yüreği. Hızlıca toparlıyor ve devam ediyor:

'Bir gün, iki gün, üç gün, babam yok!'

"Bu yüzden beraber çok zaman geçirebilme şansımız olmamıştı. 4 yıl ayrı kaldık. Ondan ayrı kalmaya, gidişine 'alışmıştık.' O gün de evin önünden alıp götürüldüğünde yine aynı şeyler diye düşündüm. Daha önceki süreç de çok ağırdı ama hep gidip geldiği için bu defa da öyle düşündük. Gidecek geri gelecek. En fazla ne yapabilirler. Yaşadık zaten bunların hepsini, 1990 yılında da ev basıldı yaka paça götürdüler. 38 gün işkencede, üç buçuk yıl cezaevinde kaldı. Öyle bir gidiş yaşadık ve yine öyle olacak diye düşündüm. Acı çekiyoruz ama gelecek, gelmek zorunda böyle düşünüyoruz. Ama günler geçiyor; bir gün, iki gün, üç gün, babam yok! Evin içinde, kapıda sürekli bir polis var. Bir telaş… Tabi anlıyorsun bir şeylerin ters gittiğini… Annem sürekli dışarıda, sürekli babamın peşinde koşturuyor. Annem bir gün eve geldi ve İnsan Hakları Derneği'nden (İHD) söz etti. Annem bir şeyler anlatıyor ama ne kadarını anlayabilirim ki, 12 yaşındaydım. Bir gün 'hadi yürü gidiyoruz.' dedi. Babamın götürülüşünü sadece ben görmüştüm. Annem evde beni tembihledi 'babanı nasıl götürdüler, nasıl adamlardı. Ne gördüysen anlat' dedi. İHD'ye geldik."

12 yaşında bakıyor, aynı tedirginlik, aynı kaygıyla

12 yaşında bakıyor Besna'nın gözleri, o günleri gözünün önüne getirip eksiksiz anlatmaya çalışırken; gözleri 12 yaşında bakıyor, aynı tedirginlik, aynı kaygıyla. Babası için bir şeyler yapacağı umuduyla, o inançla annesinin ardına düşüp İHD'de buluyor kendini. Asıl sarsıntıda ondan sonra başlıyor Besna için. Besna şöyle devam ediyor:

"İHD'ye geldik. Babam için bir şey yapmaya geldik. Ne yapacağız bilmiyorum ama bir şeyler yapılacak biliyorum. Sonra insanlar geldi kalabalık olmaya başladık ve çıktık yürüdük. Galatasaray'ın önüne geldik. Yürürken ilk babamın fotoğrafı vardı ama sonra başka fotoğraflar çıkmaya başladı. Benim kafam karıştı, fotoğraflar çıktıkça ben tedirgin oluyordum. 'Ne oluyor burada bu insanlar kim?' İlk başta hepsinin babam için orada olduklarını düşünüyordum. Kendimi çok iyi hissediyordum. 'Babam için buradayız, çok kalabalığız ve yalnız değiliz' Fakat sonra öyle olmadığını anladım."

'Tanığım; o kadar anlattım, ama karşılığı yok'

Öyle olmadığını anladığı şey, Besna için yıkımdı belki de… Kaybedilen sadece babası değildi. Babası gibi nice insanlar kaybedilmişti. İlk o meydanda konuşmuştu Besna, babasının nasıl götürüldüğü ilk orada anlamıştı, babasının bulunması için bir şeyler yapıyor olma inancıyla:

"Babamın götürülüşünü ilk orada anlattım. Ve bir daha hiç konuşmadım. Nedeni de o gün yaşadıklarımdı. Ben anlattıktan sonra gazetecilerin biri gitti diğeri geldi. Hepsine ayrı ayrı yeniden anlattım ve ağlamaya başladım. Ne olduğunu anlamadım ama çok kötü oldum. Bir şeylerin aslında düşündüğüm şey olmadığını anladım. Sadece babam değildi. Fotoğraftakiler; 'Kim bu insanlar?' 12 yaşındayım ve bunu soruyorum. O gün Galatasaray Meydanı'ndan İHD'ye geçtik. Orada bir basın açıklaması yapıldı. Orada da anlattım içimde hala umut var, umutla bakıyorum kameralara 'herkes sesimi duyacak' diyorum. Babamı götürenleri anlatıyorum. Tanığım; saçlarını gözlerini, boylarını anlatıyorum, her şeylerini… Yeterli diye düşünüyorum. O kadar anlattım bir şeyler yaptım ama karşılığı yok."

Anlatınca gelecekti babası, o gün değil belki ama yarın, hemen değil belki ama üç gün sonra, günler geçiyor baba gelmiyor. Besna, "Benim için en büyük hayal kırıklığıydı" diyor çabasının sonuçsuz vermemesine dair.

'O gün 'gelmeyecek artık babam' dedim, geri gelmeyecek'

Sonra yeniden Galatasaray Meydanı… Bu defa hep birlikte kardeşleriyle geliyor ve şöyle anlatıyor: "Kardeşlerim de Galatasaray'a geldi. Biz tekrar tekrar geldik. Ama hiçbir şey yoktu. Babam yok! Sonra annem bizi çok etkilendiğimiz için getirmemeye başladı. Zaten gözaltılar başlamıştı. Galatasaray'a gitmedik ama biz hep bekledik. Çünkü babamdan çok ayrı kalmıştık. O cezaevinden çıktığında bizim için her şey yeniden başlamıştı. Ben her gün eve geldiğimde kapıda babamın ayakkabılarını görürdüm. Benim için başka bir şeydi. Cezaevinde olduğunda da bunu yaşardım. Her geldiğimde 'Bir gün geleceğim ve babamın ayakkabıları orada olacak' derdim. Sonra bir gün geldim kapıda babamın ayakkabılarının aynısı var ve çamur içinde…. O kaç saniye bilmiyorum ama çocuk aklıyla şunları geçirdim içimden 'Ayakkabıları çamur içinde, babamı götürdüler ama ellerinden kaçtı ve geri geldi' kapıyı yumruklamaya başladım hemen açsınlar diye… Kardeşim açtı ve 'bil bakalım kim geldi' dedi. Ben de 'Biliyorum tabi, babam geldi.' Koştum odaya girdim ve karşımda amcam vardı. Sarıldım ağlamaya başladım. Amcam onu özlediğim için olduğunu sanmıştı. Ama değildi, ben babamı bekliyordum ve o an onun acısını yaşadım. O gün 'gelmeyecek' dedim, geri gelmeyecek."

Besna bir süre gelmiyor Galatasaray'a, aradan geçen uzun zamanın ardından yeniden başlıyor gitmeye. Bir farkla annesiyle değil, annesinden gizli. Besna anlatıyor:

'Eskiden sadece babamın tutardım, şimdi fark etmiyor'

"Uzun bir aradan sonra yeniden geldi. Arkada fotoğraf tutmadan durup giderdim, kimse görmeden. Sonra şunu fark ettim. Meydan'a geldikçe kayıpların hikâyelerini dinledikçe benzerlikleri görünce, acın çoğalamaya öfken çoğalmaya başlıyor. o hikayeleri de alıp kendi hikayenin yanına koymaya başlıyorsun. Artık o meydan tek başına babam olmamaya başladı. Şimdi komisyonda çalışmaya başladım. Komisyondan sonra bu daha çok arttı. Eskiden meydanda babamın fotoğrafını tutardım sadece ama şimdi hiç fark etmiyor. Ben hiçbirini babamdan ayırmıyorum. Aynı şeyi hissediyorum hepsine karşı, Cüneyt, Rıdvan, Hasan hiçbiri babamdan farklı değil. Hepsinin yeri babamın yanı… O yüzden daha da zorlaştı, kolay olmadı."

'İntikam değil istediğim; yeniden hayata başlamak'

Galatasaray Meydanı'nı kendisi için önemine vurgu yapıyor sonra Besna: "Galatasaray benim için çok farklı hayata tutunmamı sağlayan yer benim için. Eskiden pes ettiğim zamanlar olmuştu. Ama meydanda daha sıkı tutunmayı öğrendim. Tanıdıkça, öğrendikçe yalnız olmadığını görüyorsun. En büyük acıyı kendin yaşıyormuş gibi hissediyorsun ama duydukça bir süre sonra 'hiçbir şey yaşamamışım' diyorsun. Daha ağrını ben yaşamadım. Sadece o meydan da değil. Roboski, Suruç, Ankara, Cizre bütün bunları yaşadıktan sonra ben iki yıldır babamdan söz etmemeye başladığımı fark ettim. Babama yoğunlaşmadığımı fark ettim hepsi babamın acısının ötesine geçti. Babamın ki büyük bir yara ama kendi yaramdan utandığımı fark ettim. İnsanlar daha acısını yaşıyorlar, yaşıyoruz. Bütün bunlardan sonra daha sıkı tutunmaya başladığımı fark ettim. Bu yüzden hiçbirimizin umutsuzluğa kapılmak gibi bir lüksü yok. Yas tutma zamanı değil. Zaten yas tutacak bir yerde durmuyoruz, hesap soracak bir yerde duruyoruz.

'Ben babama bir mezar borçluyum'

Hepsini bulduğumuzda yasımızı tutacağız. Ölümden farklı olmasının nedeni bu! Çünkü elimizde hiçbir şey yok. Nasıl öldüğünü bile bilmiyoruz, ki ölüm kelimesini yakıştıramıyorum ben babama. Kabul etmiyorum. Bu yaraların hiçbirinin telafisi yok ama yeniden başlamak için mücadele etmeliyiz. İntikam değil benim istediğim yeniden hayata başlamak. Bir arada olacağız ve mücadele edeceğiz başka şansımız yok. Ben babam öldü demiyorum, ben vazgeçersem babam ölür. Ben babama bir mezar borçluyum, bu yüzden mücadeleden vazgeçmiyorum."

Besna, son olarak Suruç ve Ankara ailelerine bir selam göndererek, "Hep birlikte mücadele edeceğiz biz kazanacağız" diyor.

''Baba' demek nasıl bir şey bilmiyorum'

Nejbir Aydoğan, henüz 23 yaşında. Babası Nihat Aydoğan kaybedildiğinde Nejbir iki yaşındaydı, bu nedenle ilk sözü "Babamı çok küçük yaşta kaybettiğim için hiç hatırlamıyorum. Baba demek nasıl bir şey bilmiyorum" oluyor. Nejbir de Besna gibi gözleriyle konuşuyor. Göz bebeklerine sıcak bir gülüş oturtmaya çalışıyor ama yine de cümlelerinin ağırlığı gözlerine oturuyor. Hiç "baba" diyemediği babasını Nejbir anlatıyor:

'O anı hala hatırlamıyorum'

"Baba figürünü sorgulamaya beş-altı yaşlarında başladım. Etrafımda çocuklar 'baba' diyorlardı. Ama benim baba diyeceğim kimse yoktu. Sürekli soruyordum ve annem ablam babamın Avrupa'da olduğunu orada çalıştığını söylediler. Fakat o kadar soruyordum ki, 'ne zaman gelecek, niye gelmiyor artık' sorularımdan sıkılmaya başlamışlardı. Sormamam gerektiğini ve babamın Avrupa'da evlendiğini söylediler. Neden bilmiyorum ama inanmadım söyledikleri şeye… Sonra okula başladığımda yine sormaya başladım: 'Evlenmişse bile gelsin, belki kardeşlerim olmuştur' Sonra annemler büyüdüğüme kanaat getirdiler ki, anlattılar bana durumu, babamın kaybedildiğini söylediler. Bir çocuğa nasıl anlatabiliyorlarsa öyle anlattılar, o anı hala hatırlamıyorum. Ve ben ondan sonra bir daha hiç sormadım."

'Devletin kim olduğunu nefessiz kaldığım eylemlerde öğrendim'

Sormamış Nejbir, zira devlet kavramıyla çok küçük yaşta tanışmış, devletin kim olduğunu bilmediğini söyleyerek şöyle devam ediyor: "Biliyordum, küçüktüm ama annemle eylemlere gidiyordum saldırı olurdu, gaz sıkılırdı ve ben aşağılarda annemin elinde nefessiz kalırdım. Ben devletin ne olduğunu, kim olduğunu orada o eylemlerde öğrenmiştim. Bu yüzden bir daha sormadım.

'Bir babam var; nerde olduğunu bilmediğim'

Babamı hiç görmedim ama eksikliğini hep hissettim en çok ta okul döneminde... Çocuklar anne babalarını getirirdi ben ablamı ya da annemi götürürdüm. Baba nedir, baba sevgisi nasıldır? Bunları bilmiyorum çünkü o duyguyu hiç yaşamadım. 'Baba' diye hiç seslenmedim. Bunları yaşamadım belki ama benim bir babam var 'baba' diyemediğim, nerde olduğunu bilmediğim."

'Devletin elinden kaçıp saklandığını düşünüyorum'

Babası kaybedilen bütün çocuklar gibi Nejbir de hep 'gelecek, gelmeli' diyerek babasını beklemiş. Devamını Nejbir getiriyor: "Babamın kaybedildiğini öğrendikten sonra geri geleceğini hep düşündüm. Çünkü çocuktum, çünkü yüreğim babamın geri gelmesini istiyordu. Babamın hep devletin elinden kaçıp bir yerlerde saklandığını düşünüyordum. Gelecekti… Hatta anneme; 'babam geldiğinde hemen bana kardeş yapın olur mu anne?' diyordum. Bunu sürekli söylerdim."

'Bir mezarı olsun, 'Burada babam var' diyebileyim'

Ortaokula gidene kadar beklemiş babasını Nejbir, sonra bir gün 'bir daha gelmeyecek' demiş kendi içinden:

"Ergenlik dönemindeyim; haberlere, olaylara başka türlü bakıyorum, büyüyorum çok şeyi farkındayım. Babamın gelemeyeceğini anlamıştım. Ve biraz daha geçince zaman gelmeyeceğini tamamen anladığımızda babamı değil, babamın kemiklerini aramaya başladık. Ve şimdi tek istediğimiz; babamın kemiklerinin bir mezarının olması… Ben babamı hiç görmedim bunun eksikliğiyle büyüdüm bu nedenle babamın bir mezarı olsun ve ben 'burada babam var' diyebileyim. Faillerinin yargılanmayacağını biliyoruz. Çünkü hala bugün bile devam ediyor. Devam ederken geçmiştekilerin hesabı verilebilir mi?

Ben Galatasaray Meydanı'nda yalnız olmadığımı anladım ve o meydanda ben güç buldum. Çünkü o meydandaki bütün çocuklar benim gibi, bütün anneler annem gibiydi… Şimdi bir tek şey kalıyor bize mücadele etmek, bizler kaybedilenlerimizin bir mezarı olan dek mücadele edeceğiz…"

(sy)