Sivas'ın bereketli topraklarından İstanbul'un 'varoşlarına' göç hikayesi
09:08
Ceren Karlıdağ/ JINHA
İSTANBUL - Zorunlu göçlerin normalleştirildiği, sürgünün bir devlet politikası olarak uygulandığı topraklarda 77 yaşındaki Fidan Öztürk'ün yaşamı ise başka bir göç hikayesi olarak karşımıza çıkıyor. 1980 darbesinin ardından oğlunun tutuklanması ile ilk defa Sivas dışında bir şehre giden, ardından uzun yıllar memleketine dönemeyen Fidan, İstanbul'un varoşlarından cezaevine taşıdığı 'kuşburnuları', bilmediği bir şehrin sokaklarında ki 'yalın ayak' yürüyüşlerini anlattı.
Fidan Öztürk'ün çocuklu ve gençliği Anadolu köylerinde yaşayan diğer kadınlardan farksız. Şimdi çocuk sayılabilecek yaşlarda madımak topladığı bir günün dönüşünde kaçırılarak evleniyor ve 6 çocuk dünyaya getiriyor Fidan. Evliliğinin ardından Sivas'ın Yıldızeli'ne bağlı köylerinden çıkıp Sivas merkezde Alevilerin yaşadığı bir mahallede avlulu bir eve taşınıyorlar. Fidan'ın çocuklarını büyüttüğü sırada ülkenin gençleri de devrimci mücadeleyi büyütüyor. 1979 yılında evin oğullarından biri devrimci mücadeleye katılarak İstanbul'a geliyor. Aradan geçen birkaç yılın ardından 12 Eylül 1980 darbesi ile devrimci mücadeleye katılan 'fidanlar' cezaevlerine hapsedilirken, bizim Fidan'ın yabancı bir şehrin varoşlarındaki hapis süreci de başlamış oluyor…
'Ayaklarım çıplak değildi ama…'
Oğlunun tutuklandığı haberini alır almaz tüm çocuklarını toplayıp bir gecede göç yollarına koyuluyor Fidan ve Küçükarmutlu'da gecekondu inşa ederken buluyor kendini. "İlk geldiğimizde çocukların hepsi başka başka akrabalarda kaldı. Hepimiz bir yana savrulduk" diyen Fidan'a Sivas'tan çıkarken korkmadın mı diye sorduğumuzda "Hiç korkmadım. Tek istediğim görüş gününü kaçırmamaktı" diyor. İlk görüşün ardından yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor, "Ayakkabılarım ayağıma vuruyordu. Çıkardım ayağımdan yalın ayak döndüm eve. Sonra o cezaevi yollarını 5 sene yürüdüm. Ayaklarım çıplak değildi ama sanki yaşamıyordum."
Kürt kadınlar ile ilk tanışma…
"Hayatımda ilk defa Kürt kadınları ile cezaevi önünde tanıştım" diyen Fidan, o sürece dair en büyük anılarından birinin bu olduğunu söylüyor. Her görüş günü öncesi Kürt kadınlar ile buluştuklarını dile getiren Fidan, "Sultan Ahmet Cezaevi önünde toplaşırdık. Biz yemezdik içeridekiler yesin derdik elimizde avucumuzda olanları onlara verirdik. Kürt kadınlarıyla kendimize azıcık peynir ayırır bölüşüp onu yerdik. Çocuklar da içeride ortaklaşa yiyormuş meğerse. O yüzden Sivas'tan kuşburnu getirttim çuvalla. Bir de bolca çörek yaptım, erzak koydum. Kocamın sırtına yüklettim. Fazla olduğu için almadılar içeriye. O da bana kızmıştı. Ama napalm yokluk içinde fazla fazla göndermek gerekiyordu" diyor.
'Korkumdan söylemedim'
En zor olanın ise kocaman bir şehirde bir uçtan bir uca yalnız başına yolculuk etmek olduğunu söyleyen Fidan, en koktuğu anlardan birini ise şöyle anlatıyor: " Bir gün görüşten dönerken minibüste uyuya kalmışım. Şoför de seslenmemiş. Bir uyandım eve çok uzak dağlık bir yerdeyim. Adam insaflı çıktı beni arkadaşının dolmuşuna bindirip gönderdi. Ama o gün çok korktum. Eve geldiğimde korkumdan kimseye söyleyemedim. Anlatsam bana kızarlardı. Hala daha kimse bilmez."
'Hala o iğneyi düşünüyorum'
Kendini o dönem İstanbul'da 'misafir', 'el', 'öteki' gibi hissettiğini söyleyen Fidan, oğlu içeriden çıktıktan ve kendilerine yeni bir hayat kurduktan sonra uzunca bir müddet Sivas'a gitmediğini belirtiyor. Ardından dönem dönem Yıldızeli'ne gitse de Sivas'ta ki o avlulu evi tekrar görmeye dayanamayacağını belirtiyor. 35 senedir İstanbul'da yaşamasına rağmen hala kendini misafir gibi hissettiğini söyleyen Fidan'a geçmişe dair "en çok neyin gerçekleşmesini isterdin" diye sorduğumuzda, "O evin avlusuna bizim Alevi Dedelerden birine ait bir iğne gömmüştüm. O iğneyi taşınırken aceleden alamadım. Acaba o iğneye ne oldu diye hala düşünüyorum. Bir de insanın kendi toprağı gibi yok. Kendi köyümde kalmayı, oralardan hiç ayrılmamayı isterdim" diyor.
(dk