Görünmez olmak zorunda olan 'onurlu yaşamlar: mülteciler'

09:03

JINHA

İSTANBUL - Politikacıların yüksek kürsülerden "Onurlu bir yaşam sürmeleri için çabalıyoruz" dediği 'mülteciler', Taksim'in arka sokaklarında yaşam savaşı veriyor.

Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında imzalanan "Göçmen yasası" geçtiğimiz günlerde yürürlüğe girdi. Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, "Türkiye, AB'nin mülteciler ile ilgili teklifini para pul için değil, sınır kapılarında aşağılanmasını, onurlarının kırılmasının önlemek için kabul etmiştir" dedi. Anlaşmanın yürürlüğe girmesinden saatler sonra beş çocuğuyla birlikte Türkiye'den Midilli Adası'na giden Meria Azemi adlı Afgan kadına, yeni anlaşma gereği Türkiye'ye geri gönderileceği söylenince Meria, "Hayır! Hayır! Hayır! Lütfen olmaz! Türkiye olmaz. Geri gönderilmektense burada ölmeyi tercih ederim" diyerek Türkiye'nin mültecilere karşı yaklaşımı hakkında aklılara soru işaretleri getirmişti… Peki gerçekten Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi "onurlu" bir yaşam sürebiliyorlar mı?

İstiklal ve Cihangir Caddesi arasında bir sokakta kaldırımda 3 kadın iki çocuk ve bir bebek. Soğuk iliklere işlenecek kadar sert. Suriye'de ki iç savaşın ardından önce Diyarbakır ardından İstanbul'a gelen Meryem Ado ve Ayşe Ado aynı aileden.

'Belediye bizi tanır ve kampa gönderirler'

Konuştuğunuzda her şeyi anlatıyorlar size. Ama fotoğraf istemiyorlar. "Fotoğrafımızı yayınlarsınız, sonra belediye bizi tanır ve kampa gönderirler" şeklinde konuşan Ayşe, ne AB'den göçmenler için alınan fonların ne de devlet kamplarının kendileri için bir çözüm olmadığını söylüyor. Ayşe, mülteci statüsünde bile olamadıkları Türkiye'de yaşamın içinde görünmez olmak zorunda kaldıklarını anlatıyor.

'Evimizi, toprağımızı her şeyimizi bırakıp geldik'

Meryem, "Küçücük çocuklarımızla buraya gelip oturmaktan çok mu memnunuz" diye soruyor. İnsanların haklarındaki önyargılara ve olumsuz davranışlarına cevap veriyor bu sözüyle. Kendi tabirleriyle "Gezme" diyerek, "Çok mu seviyoruz gezmeyi" diyen kadınlar, her biri bir cümle bir kelime ekleyerek İstanbul'a geliş hikâyelerini şu şekilde anlatıyor: "3 yıl önce Suriye'den geldik. Diyarbakır'dan 3 ay önce de İstanbul'a geldik. Her şeyimizi bırakıp gelmek zorunda kaldık. Diyarbakır'da ki savaşın ardından yine her şeyimizi bırakıp gelmek zorunda kaldık. Göç içinde göç yaşadık. "

'Çocuklarımızı hastaneye götüremiyoruz'

Türkiye'de değil 'onurlu bir yaşam' sağlıklı bir yaşam bile süremeyen kadınlar şöyle ekliyorlar: "Çocuklarımız hastalandığında hastaneye bile götüremiyoruz. 1000 lira kira ödüyoruz. Fatura da ödemek zorundayız. Eşlerimiz kağıt ve plastik atık toplayıcılığı yapıyor. Günlük 40-50 lira kazanıyorlar. Bizde sokaklarda yardım istiyoruz. Bazen hiç paramız olmadan eve dönüyoruz. Çoğu zaman sofradan aç kalkıyoruz."

'Geceleri uyumaya korkuyorsun'

Kadınlara devlet tarafından övülerek anlatılan kamplara neden dönmek istemediklerini soruyoruz. "Buradan kampa gönderilen insanlar oldu. Kamplar çok kötü. Birçok insanla aynı yerde kalıyorsun, geceleri uyumaya korkuyorsun. Kadınlara yönelik taciz olayları oluyor. Herkes aynı yerde yıkanıyor. Her şeyini herkesin içinde yaşıyorsun. Kampta verilen bir parça ekmekle çocukların karnı doymuyor" şeklinde cevap veriyorlar.

'Buradan gitmemizi istiyorlar'

İnsanların kendilerine yaklaşımı hakkında konuşan kadınlar, "Kürtler de Türkler de bizi burada istemiyorlar. Buradan gitmemizi istiyorlar. Belediye topladığımız parayı elimizden alıyor. Çocuklarımız çok korkuyor. Düşünün birileri tutuyor sizi birden bir arabaya atıyor. Bunun korkusunu yaşıyoruz" diye anlatıyorlar.

'Yağ al bize yağımız yok'

En büyük korkuları ise zabıtalar. Ama zabıtayı "Belediye" diye tabir ediyorlar. Sokağın aşağısından gelen arabayı görünce korkuyla kaçıyorlar ve röportajımız yarıda kesiliyor. Biz yarıda kesildiğini düşünürken onların bizimle paylaştıkları korku dolu anları başlıyor.

Biz arkalarından koşunca da, "Yağ al bize yağımız yok" diye sesleniyorlar. Toprağını bırakmak zorunda kalıp, AB fonlarından ve takım elbiseli politikacıların onların onurunu düşünen cümlelerinden habersiz yaşamaya çalışan bu kadınların tüm konuşma boyunca umut ettikleri tek şey ise memleketlerine geri dönmek.

(ce-öç/ck/dk)