Hayriye ana ve moderniteye direnişin 77 yıllık öyküsü
09:01
Beritan Canözer/JINHA
AMED - Köydeki dayanışmayı, doğal yaşamı kente taşıyarak moderniteye direnen Peyas Mahallesi'nde bir yanda da siteler yükseliyor. Kadınların, yaşamlarından koparılarak kendilerine dayatılan kent yaşamına karşı direnişini Hayriye ana anlatıyor…
Kürdistan'da insansızlaştırma politikaları nedeniyle köylerinden göç etmek zorunda kalan binlerce kadın, doğrudan üretime katıldığı, doğayla iç içe olduğu yaşamından koparıldı. Türkiye metporollerinde, Kürdistan şehirlerinde kent yaşamına direnen kadınların mahallede kurdukları tandırlar da bunun göstergelerinden biri. Dayanışma ve kolektif yaşamı köyden kente taşıyan kadınları mahallede evlerinin önünde oturup sohbet ederken görmek mümkün. Yıllarca direnen kadınların yaşam alanları, giderek kalabalıklaşan kentlerde yüksek apartmanlar arasında kaybolmaya yüz tutarken, küçük sokakları kalabalıklar arasında bir gizemi de barındırıyor.
'Apartmanlar da komşuluk da yok dayanışma da'
Diyarbakır'ın Kayapınar ilçesine bağlı Peyas Mahallesi kentin en eski mahallelerinden biri. 100 bini aşkın nüfusa sahip mahalle giderek büyüyor ancak betonların arasındaki büyüme kadınları rahatsız ediyor. Mahallenin bir bölümünde kolektif, bahçeli evlerdeki ekolojik yaşam kısmen de olsa devam ederken, bir bölümü de sitelerle doluyor. Liceli olan 77 yaşındaki Hayriye Sarı da Peyas sakinlerinden Çocukluğundaki yaşamına dönmek istediğini söylüyor Hayriye ana. Eski dayanışma ve yardımlaşmayı çok özleyen Hayriye, "Şimdi biz bu mahallede yine öyleyiz. Birbirimizi soruyoruz, yardım ediyoruz ama apartmanlarda öyle değil. Ne komşuluk ne dayanışma var. Yabancılık var yalnızca" diye ifade ediyor.
'Bir tabak çorba pişse yarısını komşuya yollardık'
Köyde yaşadığı süreçlerde ne kadar mutlu olduğunu anlatırken yüzündeki tebessümle yansıtan Hayriye, bir yandan çayını içerken bir yandan anlatıyor: "Köydeyken her sabah erkenden uyanırdık, bahçeye gider ekimlerimize bakardık. Sonra gider hayvanlara bakardık, onları otlamaya çıkarırdık. Eve gelirdik ev işleriyle uğraşırdık sonra da köyün en güzel yerine gider kadınlarla oturur sohbet ederdik. Hayvanlarımızdan süt alırdık o sütle peynir, yoğurt, çökelek elde ederdik. Sütün nereden geldiği belliydi, içimiz rahattı. Kendi sebze ve meyvemizi kendimiz ekip biçiyorduk. Köyde her şey doğaldı, hem biz sağlıklıydık hem de anne babalarımız. Akşamları ya biz komşularımıza giderdik ya komşular bize gelirdi otururduk sohbet ederdik. Özellikle kış mevsiminde yaptığımız cevizli sucukları, pestilleri getirirdik oturur beraber eskilerden bahsede ede yerdik. Evimizde bir tabak çorba pişse yarısını yan komşuya yollardık. Kokusunu almış, canı çekmiştir diye düşünürdük."
'İhanet yalan yoktu'
"Köyde birinin başı ağrısı anında bütün köylü geçmiş olsuna giderdik. Birinin evinde ekmek olmasa diğeri kendi ekmeğinden böler ekmeği olmayana verirdi" diyerek devam ediyor anlatmaya eski günlerini: "Başkasının rızkına göz dikme yoktu, hırsızlık yoktu, birbirinin arkasından kuyu kazma, ihanet, yalan yoktu. Çocuklarımız dışarıda oynarken 'ya başlarına bir şey gelirse' diye korkmuyorduk. Özgürdük, içimiz rahattı. Ya şimdi? Ne komşuluk ne dayanışma ne huzur ne de doğal yaşam var. Her şeyi sömürdüler, yok ettiler. Yok şuraya apartman, yok şuraya alışveriş merkezi, yok şu model telefon derken insanları hastalık hastası yaptılar. Torunum eve geliyor yüzünü görmüyorum, kafası telefondan kalkmıyor. Telefon yoksa da bilgisayardan kalkmıyor. Sanki hayat onun için o telefon ve bilgisayardan ibaret. Kim ölmüş kim kalmış haberi olmuyor."
'Şehir merkezinde yaşayamam'
Eşi, çocukları ve torunlarıyla beraber Peyas Mahallesi'nde yaşayan Hayriye, evinin yan tarafına yaptığı küçük bir bahçede geçiriyor tüm gününü. Sabah saatlerinden akşam saatlerine kadar beslediği tavuk ve kazlarla, ektiği domates ve biberlerle uğraşıyor. Peyas Mahallesi'nde neredeyse tüm yurttaşların bu şekilde yaşadığını söyleyen Hayriye, "Ben burası dışında hiçbir yerde yaşayamam. Burası köyüm gibi, istediğim her şeyi yapıyorum. Komşularımızla akşamüstü oturuyoruz sokakta sohbet ediyoruz. Bahçede tavuklarla, ektiğim sebze meyvelerle uğraşıyorum zamanım geçiyor. Apartman dairelerinde, şehir merkezinde yaşayamam, ölürüm. Ben burada nefes alıyorum, köyümde gibi oluyorum. Bazen elektrik kesilince torunlarıma hikayeler anlatıyorum. Akılları bir karış havada ama yine de seviyorlar hikayelerimi. Ben onlara sürekli eskilerden bahsediyorum. Tarihlerini, eski Kürt hikayelerini bilsinler istiyorum" diyor.
'Ya savaşla ya da icatlarınızla öldürüyorsunuz'
Teknoloji gelişiyor, zaman değişiyor bahanesiyle gençlerin kafasının karıştırıldığını söyleyen Hayriye, "Nefesim yetene kadar çocuklarıma doğal yaşamı dayatacağım. Ne zaman ki teknoloji gelişti, duvarlar örüldü o zaman insanlar değişti, hastalıklar çoğaldı, insanlar birbirine yabancılaştı. Biz yaşlılar da nefesimiz yettiğince çocuklarımıza doğru olanı öğreteceğiz. Yazık günahtır. Daha doğmamış bebekler kanser hastalığına yakalanır oldular. Hastaneler tıklım tıklım herkes hastalanıyor. Bunun sebebi belli değil mi? Buradan yetkililere de sesleniyorum. Yeter artık. Daha ne kadar bizi yok edeceksiniz. Ya savaşla öldürüyorsunuz ya da çıkardığınız saçma teknolojik aletlerle, icatlarla. Biz doğal yaşamımıza dönmek istiyoruz, alışveriş merkezlerinden değil, kendi ineğimizden süt alıp içmek istiyoruz. Biberi marketten değil, kendi bahçemizden yemek istiyoruz. İnsanlar da bu tuzaklara düşmesinler, komşularıyla, arkadaşlarıyla dayanışma ve yardımlaşma içinde olsunlar" diye son noktayı koyuyor.
(db/gc)