'Gazetecilik iyi bir meslektir, hürriyet içinde çalışabilmek şartıyla'
09:01
Ceren Karlıdağ/ JINHA
İSTANBUL- 20 Aralık 2011 KCK Basın Davası'nın üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen Türkiye'de basın özgürlüğünün daha da gerilediğini söyleyen DİHA editörü Semiha Alankuş, "Dört yıl önce susanlar, yarım ağız-utangaçca 'tepki' gösterenler, bizi hedef gösterenler bugün AKP iktidarının hedefinde. Onlar da tutuklanıyor, gazete ve televizyonların yayın yapmaları engelleniyor. Bu elbette ki kabul edilecek bir durum değil. Kınadığımız, karşısında olduğumuz bir durum" dedi.
"Gazetecilik iyi bir meslektir, hürriyet içinde çalışabilmek şartıyla" diyor Zekeriya Sertel "Hatırladıklarım" adlı kitabında. Türkiye'de tek parti rejimi döneminde savaş karşıtlığı sebebi ile 4 Aralık 1945'te Tan Gazetesi'ne yapılan baskın ile Sabiha ve Zekeriye Sertel yargılandılar, beraat ettiler ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar. 6 Ocak 1959'da, hemen yanındaki binada meydana gelen patlama sonucunda Tan Matbaası binasının da yıkılmasıyla Tan Gazetesi, tarihin tozlu sayfalarına karışmış oldu. Tan Gazetesi tarihin tozlu sayfalarına karıştı ama basın üzerinde ki baskı; sansür, tutuklama, gazete kapatma hatta bombalama politikaları ile devam etti. Öyle ki tarihler 20 Aralık 2011'i gösterdiğinde 46 gazeteci KCK Operasyonları kapsamında örgüt üyesi olmak iddiası ile gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı, bir kısmı tutuksuz yargılandı ve iddianamelerde, yapılan haberler "örgütsel haber" olarak değerlendirildi.
Her yıl yayımlanan Freedom House Basın Özgürlüğü raporlarında Türkiye, 12 yıldır aralıksız bir şekilde "basın özgürlüğünün tam olmasa bile 'kısmen' uygulandığı ülke" olarak değerlendirilirken son raporlara göre "Basın özgürlüğü yok" statüsüne düştü. Türkiye'de basına yönelik kısıtlamalar uluslararası Gazetecileri Koruma Cemiyeti (CPJ) tarafından küresel çapta yayınlanan 'Basına Karşı Saldırılar 2015' raporunda da işlendi. CPJ adına Türkiye'deki sansür uygulamalarını kaleme alan gazeteci Yavuz Baydar, Türkiye'nin gazeteciler için 'açık hava hapishanesi'ne dönüştüğünü dile getirdi. Peki ya öncesinde Türkiye gazeteciler için bir hapishane miydi, fikir özgürlüğüne karşı inşa edilen duvarlar daha öncesinde yok muydu?
1925 yılında İstiklal Mahkemelerince kapatılan Tasvir-i İfkar Gazetesi'nden 1994 yılında bombalanan Özgür Ülke Gazetesi'ne, 2011 KCK Basın Davaları'ndan 2015'te Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesi ile casuslukla tutuklanan gazetecilere kadar gazetecilik hiçbir zaman "Hürriyet içinde çalışılabilen" bir meslek olamadı.
Matbuat Nizamnamesi ile sınırlar çiziliyor…
Adeta bugünün sınırları 1864 yılında çizilmişti Osmanlı Devleti tarafından. Matbuat Nizamnamesi ile ruhsatsız gazete çıkarmak, gazetenin imzalı bir sayısını ilgili devlet dairesine göndermemek, hükümetten gelen resmi yazıları yayımlamamak, devletin iç güvenliğini bozacak suçlardan birinin icrası için bazı kişilerin kışkırtılması, genel adaba ve milli ahlaka aykırı yazılar, padişah ve ailesini tahkir ve hükümranlık haklarına tecavüz sayılabilecek yazılar, bakanlara dokunacak sözler yazılması, dost hükümdarlara dokunacak deyimler kullanılması, meclisleri, mahkemeleri ve devletçe kurulan heyetleri kötüleyen yazılar, devlet memurları aleyhine kötü yazılar yazmak, yabancı elçileri kötülemek, halkı kötülemek suç sayıldı ve gazetecilerin kalemleri birer birer çitlerle çevrildi.
Gazeteler kapatılarak huzur sağlanıyor
Şeyh Sait Direnişi'nin ardından 6 Mart 1925'te Takrir-i Sükun Kanunu çıkarıldı. Türkçe adı ile "Huzurun Sağlanması Yasası" olan yasa elbette farklı fikirlerde ki gazetelerin çıkardığı huzursuzluğu da önlemeliydi. Kanun meclisten geçtikten iki gün sonra, hükümet Tevhid-i Efkâr, İstiklal, Son Telgraf, Orak Çekiç ve Sebilürreşat gazetelerini kapattı. Bir ay sonra Tanin de onlara katıldı. 11 Ağustos 1925'te listeye, Ahmet Emin (Yalman) yönetimindeki Vatan da eklendi. Yoldaş, Presse du Soir, Resimli Ay, Millet, Sada-yı Hak. Doğru Söz, Kahkaha, TokJŞöz, Îstikbalye Sayha gazetelerinin kapatılmasının ardından geriye sadece hükümetin yayın organları kaldı.
Basın hürriyetinden gazete kapatmalara
Ardından 1954'de gerçekleşen Tan Gazetesi baskının ardından gelen çoklu parti dönemi basının altın çağı kabul edilse de bu durum pek uzun sürmedi. "Gazete ve dergilerin kapatılabilmesi basın hürriyeti için gayet ağır bir baskıdır. Çünkü bir gazetenin kısa bir zaman için dahi kapatılması, onun mahvına kadar gidebilir" diyen Adnan Menderes iktidarının ikinci yarısından itibaren "Kökü dışarda olan teşkilat faaliyetini fikir hürriyeti çerçevesi içinde mütalaa etmek ve müsamaha ile karşılamak bizim için mümkün değildir" diyerek bu tür faaliyetleri düşünce özgürlüğü ile asla ilgili görmediğini açıkladı. ABD'li gazeteci Eugene Pulliam Menderes'le ilgili kaleme aldığı yazı Türkiye'de ki gazetelerde de yayınlanınca yine gazete kapatmalar gündeme geldi.
Tan'dan Özgür Ülke'ye baskınlar ve bombalar
12 Eylül Darbesi'nde toplumun hemen her kesimine kesilen fatura gazetecilere de kesildi. Darbe döneminde 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi, gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi, 31 gazeteci cezaevine girdi, 300 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteci silahla öldürüldü, gazeteler 300 gün yayın yapamadı, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, 39 ton gazete ve dergi imha edildi. 12 Eylül'ün ardılı baskıcı politikalar bu kez 90'larda gazeteciler için katliama dönüştü. Sansür ve baskının yanı sıra 90'larda resmi olmayan verilere göre 40'ın üzerinde gazeteci öldürülürken 92 yılında öldürülen 14 gazetecinin 13'ü Kürdistan'da çalışıyordu. 1945 yılında Tan Gazetesi'ne yapılan baskın bu kez kendini 3 Aralık 1994'te Özgür Ülke Gazetesi'ne yapılan bombalı saldırı ile gösterdi. Kadırga bürosundaki ulaştırma görevlisi 32 yaşındaki Ersin Yıldız öldürüldü, 23 çalışan yaralandı.
Gazetecilik suç sayıldı
2011 yılına gelindiğinde Özgür Basına yönelik saldırılar bomba yerine davalara dönüştü. 20 Aralık 2011 yılında KCK Operasyonları kapsamında 46 gazeteci gözaltına alındı. Dicle Haber Ajansı, Özgür Gündem, Azadiya Welat, Demokratik Modernite ve Fırat Dağıtım gibi Kürt basınına yönelik yapılan operasyonda 46 gazetecinin 32'si tutuklandı. Yaptıkları röportajlardan, çektikleri fotoğraflara, takip ettikleri basın açıklamalarından, haber kaynakları ile konuşmalarına kadar her şey suç delili olarak iddianamede ki yerini aldı. "KCK Basın Davaları" ile Türkiye'de gazetecilik mesleğinin hürriyet içinde yapılamayacağı ve hakikatin suç sayıldığı gazetecilere bir kez daha hatırlatılmaya çalışıldı. Adnan Menderes'in sansürcü politikaları AKP iktidarı ile birlikte tutuklanmalara dönüştü. O dönem tutuklanan gazetecilerden Dicle Haber Ajansı (DİHA) Editörü Semiha Alankuş basın özgürlüğünün tüm demokratik ülkelerde temel özgürlükler arasında yer aldığını belirterek, "Basın özgürlüğünün olduğu yerlerde diğer hak ve özgürlükler de vardır, olmadığı yerlerde de diğer hak ve özgürlüklerin varlığından da söz edilemez" diyerek basın özgürlüğünün ifade özgürlüğü ile özdeş olduğunu belirtti.
'Türkiye'de bu durum vahim'
Gazetecilerin toplumu, halkı ilgilendiren her şeyi takip edip haber haline getirmeleri ve bunu halka ulaştırmaları, bunu yaparken de hiçbir baskı, zorlanma ve engelleme ile karşılaşmamaları gerektiğini söyleyen Semiha,"Gazeteci bunu yaparken yayınlayan organların da bunu bir engelleme tabi tutulmaksızın yorumlayabilmeleri, yayınlayabilmeleri ve halka ulaştırabilmeleridir. Bu temelde halkı, toplumu, kamuoyunu bilgilendirebilmeleridir. Türkiye'de bu durum vahimdir. Egemenler, iktidarlar gerçeklerin açığa çıkıp, halkın doğru temelde bilgilendirilmesini sevmedikleri gibi Türkiye'de bu haz etmeme durumu daha üst perdededir. Gerçeğin açığa çıkmasına karşı tarifsiz bir korku vardır ve bu korkunun de getirdiği pervasız bir saldırı vardır gerçeği dile getiren, basına, gazetecilere ve yayın organlarına karşı. Türkiye'de bu hep böyle oldu. Ama hiçbir dönem de bugün yaşananlar basının karşı karşıya kaldığı bir durum da yaşanmadı" dedi. Semiha, "AKP başta Kürt halkı olmak üzere tüm topluma bir savaş açmış durumda ise aynı şekilde basına karşı da bir savaş açmış durumda. Hatta topluma karşı açtığı savaşın basın yolu ile önce zeminini hazırlıyor, hedef gösteriyor ve ardın da ortadan kaldırmaya çalışıyor" diyerek ifade özgürlüğüne yönelik saldırıları değerlendirdi.
'AKP'nin sevmediği bir basın varsa o da Özgür Basın'dır'
AKP'nin kendisine karşıt olarak gördüğü her şeye karşı bu şekilde davrandığını ifade ederek, "Öyle ki yaptığı en çirkin şey ise basını, basına karşı kullanmaya çalışmasıdır. Kendi yanında basın ahlak ve ilkelerini tanımayan, kendi meslektaşlarına saldıran bir basını en pervasız boyutu ile AKP yarattı, ortaya çıkardı. 90'lı yılların iktidarları ve günümüzde de AKP'nin sevmediği bir basın varsa o da Özgür Basın'dır, Kürt Basını'dır. 2011 yılında hedef alınmamızın sebebi: topluma iktidarın başta Kürt Sorununa yaklaşımı olmak üzere toplumu nasıl aldattığını, kandırdığını aslında bir Kürt kırım ve toplum kırım politikası güttüğünü yazmamızdı. Aslında bugün gerçek yüzü artık deşifre olmuş, hiçbir meşruluğu kalmamış, sadece savaş, şiddet ve imha politikası ile ömrünü uzatmaya çalışan AKP'nin gerçekliğini o zamandan yazdığımız için hedef alınmıştık" şeklinde konuştu.
Basın özgürlüğü yok diyenler ya da özgür basın diyenler tarafından o zaman hedef gösterildiklerini ifade eden Semiha, "Tüm arkadaşlarımızın yaptığı haberler, yazdıkları yazılar, haber kaynakları ile yaptıkları görüşmeler suç olarak lanse edildi. En vahim olanı da bugün yayını engellenen, kapatılan yayın organları biz daha mahkeme tarafından tutuklanmadan, karar açıklanmadan önce tutuklanacak gazetecilerin sayısını yayınladı. Basın ahlakı, etiği, ilkeleri böylesine ayaklar altındaydı" diye kaydetti.
'Bizi hedef gösterenler bugün AKP iktidarının hedefinde'
"Şimdi Türkiye'de durum o zamandan farklı mı? Elbette ki değil hatta daha kötü" diyen Semiha sözlerini şuan ki süreci değerlendirerek sürdürdü. Semiha: " Dört yıl önce susanlar, yarım ağız-utangaçça "tepki" gösterenler, bizi hedef gösterenler bugün AKP iktidarının hedefinde. Onlar da tutuklanıyor, gazete ve televizyonların yayın yapmaları engelleniyor. Bu elbette ki kabul edilecek bir durum değil. Kınadığımız, karşısında olduğumuz bir durum. Bizler açısından yanı Özgür Basın, Kürt Basını açısından değişen bir şey yok. Geçmişte de saldırılarla kaşı karşıya idik bugün de öyle. Biz bu durumu değerlendirirken bile örneğin JINHA'dan bir arkadaşımız gözaltında. Daha yakın zamanda tutuklanan arkadaşlarımız oldu. Ajansımızın neredeyse günlük olarak sitesi yasaklanıyor, engelleniyor."
'Ortak bir tavır geliştirmeye ihtiyaç var'
AKP'nin kadın gazetecilerine yaklaşımının özellikle altını çizmek gerektiğini vurgulayan Semiha, "Kürt kadınları özgür basına, Kürt basınına farklı bir ruh, dinamik ve farklı bir bakış açısı getirdi. Kadını basın alanında görünür kıldığı gibi haberciliğin ruhuna, içeriğine, kalıplarına kadın bilincini nakşetti. Dili, literatürü değiştirmede çok önemli bir rol oynadı. Kadının özgürlük sorunlarını, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığı doğru temelde basında ele alan bir çizgi, bir yayın politikası geliştirip toplumdaki kadını bilgilendirmeyi ilkesel olarak ele aldı. Görünmez olan kadını şimdi Kürt'ü sevmeyen iktidar, bir de buna kadın kimliği ve basın kimliği eklenince iyice haz etmez oluyor. Saldırganlaşıyor, gözaltına alıyor, tutukluyor, saldırıyor bu yüzden. 2011' de biz tutuklandığımızda, tutuklanan arkadaşların hemen hemen yarısının kadınlardan oluşması sanırım AKP iktidarının bizlere yönelik saldırgan ve tahammülsüz tavırlarını ifade etmeye yeterli. Şimdi buradan bakacak olursak bugün neredeyse herkesin 'Türkiye'de basın özgür değil' dediği bir ortamda kuşkusuz AKP zihniyetine kaşı ortak bir tavır geliştirmeye ihtiyaç var. Geçmişte de biz bunu çokça dile getirdik bugün de dile getiriyoruz. Bunun için de bana göre biz kadın gazetecilere önemli görev düşüyor. Bizler baskılara, saldırılara karşı bir araya gelip bir kadın ortak örgütlenmesi, bir platform oluşturabilirsek bunun yansımasının bugün ne yazık ki bunca baskıya rağmen bir araya gelemeyen basın kurumlarına, gazetecilere de örnek oluşturacaktır. Biz bunu başlatabiliriz" dedi.
Gerçeklerden asla taviz vermez diyerek yola devam...
"Sonuç olarak diyebilirim ki biz geçmişte nasıl ki 'gerçeklerden asla taviz verilmez' diyerek yola çıkıp hakikatin ardından gittiysek bugün de o noktadayız" diyen Semiha, son olarak şunları söyledi: "Nasıl ki geçmişte bu topraklarda bir savaş var, bu savaşı görmezden gelen kendine ve bu topraklara zarar verir, özgürlüklere ihanet eder dediysek; bu gün diyoruz ki, bu topraklarda artık "savaş yok" çünkü artık savaşı aşan bir durum var. Nedir bu? Bugün artık bu topraklarda bir imha harekatı var bunu görmeyen, kendini buna göre konumlandırmayan basın ihanetin en büyüğünü yapar, başta da kendini bitirir."
(dk)