12 Eylül'den bu güne Rukiye ve Semawi için zulüm varsa direniş hak
09:08
Zehra Doğan/JINHA
MÊRDÎN - Nusaybin'de direniş mahallelerinde yeni bir yaşam kuran Rukiye ve Semawi Baran, 12 Eylül anılarını anlatırken, bu gün yeni eklenen zulümlere karşı, "Zulüm devam ediyorsa zulme karşı direniş de devam ediyor" diyor.
Direnişin sürdüğü Mardin'in Nusaybin ilçesinde son ilan edilen 6. sokağa çıkma yasağıyla birlikte daha önce Fırat, Dicle, Yenişehir ve Abdulkadirpaşa mahallelerinde başlayan direniş, Zeynelabidin ve Kışla mahallelerine de sıçramıştı. Nusaybin'in ilk yerleşim alanı olan tarihi Zeynelabidin Mahallesi son günlerde her gün barikat inşası söz konusu. Hacılar Mezarlığı'na konuşlanan zırhlı araçlarca abluka altına alınan mahallede son dönemlerde ise parke taşı taşıyan el arabalarının yoğun trafiği söz konusu. Tek bir sokakta dahi onlarca barikatın bulunduğu mahallede etrafı parke taşlı barikatlarla çevrili evlerinde yeni bir yaşam inşa eden Rukiye ve Semawi Baran hemşerileri gibi topraklarında kalmayı seçmiş.
'Gözümün ferini söndürdüler ama asıl ışık benim yüreğimde'
12 Eylül döneminde Şıvan Perwer, Cegerxwîn ve daha bir çok yasaklı sanatçıların kasetlerini kasetçi dükkânında bulundurdukları için işkence tezgâhlarından geçen çiftin ılık kış güneşine ev sahipliği yapan küçük bahçelerinin, transit koltuğundan bahçe takımlarında ağırlanıyoruz. Yükünü boşaltan barikatçı çocukların el araba sesli fonuyla başlayan sohbetimizin başında çift ilk olarak, yıllardır sürdürdükleri direniş miraslarına sahip çıkıp evinde kalmayı seçtiklerini söylüyor. OHAL döneminde bölgede gerçekleştirilen saldırılarda sağ gözünün görme yetisini kaybeden 50 yaşındaki Rukiye Baran, "O dönem de böyleydi, her gün bir patlama, her gün bir katliam. Saldırıların nereden geleceğini bilmezdik. Bir gün çarşıda büyük bir patlama gerçekleşti. O günden bu güne sağ gözüm görmüyor. Gözümün ferini söndürdüler ama asıl ışık benim yüreğimde" diyor.
'Bizim olan yasaklı toprakların kaçak halkıyız'
Yıllar önce egemenlerin kararıyla bir küçük tel örgü ve birkaç mayınla ikiye bölünen ilçenin "binxet-altsınır" yani Rojava tarafında kalan Qamişlo kentinde büyüdüğünü söyleyen Rukiye, "İkiye bölünen toprakları asla terk etmeyen ve pasaportu tanımayan kaçak halkın bir çocuğuyum bende. Devlet bizi, bizim olan topraklara sadece pasaportla girebilen yabancılar olarak nitelendirdi ama biz asla buraladan vaz geçmedik. Alışverişimiz, yaslarımız, düğün ve derneklerimiz hep birlikte oldu. Sonra akrabam olan eşimle evlendim, zulüm devam etti tabi. Çocuğum daha bir yaşındayken eşim yasaklı kaset satıyor diye tutuklandı. Nerede olduğunu dahi bilmedik yıllarca. Her gün eve baskın ve işkence... Neler yaşadığımı bir ben bilirim. Evimizi basan asker ve polislerin postallarıyla aşındı kapımız" diye anlatıyor o günleri.
'Seydayê Cegerxwin'i dinlemek ölüm sebebiydi'
Sol kolundan engelli 65 yaşlarındaki Semawi ise şöyle anlatıyor o günleri: "El altından Kürtçe şarkılar satardık. Cegwexwin'i dinlemek ölüm nedeniydi. Şoförler kaportalarında saklar, ev sakinleri ise her gece gömdükleri toraktan çıkarıp dinler ve yine toprağa gömerdi kasetleri. Yasaktı ama yine de Seydayê Cegerxwini'n helbestlerini her kes ezbere bilirdi. Sonra yakalandım, işkence göre göre atıldım Diyarbakır zindanının bir hücresine. İlk olarak saçlarım kazıldı, hücremde cirit atan farelerle ekmeğimi paylaştım yıllarca. Burnumu fareler kemirdi, bakın hala izi var. Dışkı yedirme, falaka, askı daha birçok işkenceden geçtim. Günlerce asılı kaldığım askıdan dolayı sol kolum kangren oldu. Kemiklerim kırıldı. Sol kolumu kullanamıyorum artık.
'Leyla Zana ayağındaki terliği çıkarıp zulmeden askerin kafasına indirdi'
Mehdi Zana'yla aynı koğuşta kalırdık. Görüş vaktimiz gelince ayaklarımızdan prangalanıp hakaret işite işite geçerdik görüş odalarına. Bir gün yine aynı zulümle görüşe çıkarıldık, karşımızda tek kelime Türkçe bilmeyen ailelerimiz ve Türkçe konuşanı zorunlu olduğu sesiz görüşümüz başlamıştı. Ne biz ne de ailelerimiz tek kelime dahi Türkçe bilmiyordu, bu yüzden sadece birbirimizin yüzüne öylece bakardık dakikalarca. Bir anne çocuğunun o haline dayanamayıp Kürtçe ağıt yaktı. Askerler gözlerimizin önünde tekmelemeye başladı. Görüşçülerimizin içinde yer alan Leyla Zana ayağındaki terliği çıkarıp zulmeden askerin kafasına indirdi. 'Utanmıyor musun alçak' diye bağırdı. Bu davranışı mücadelemdeki en büyük nedendi.
Geçtiğimiz yıl Anayasa Mahkemesi'ne dava açtım. Burnum ve kolum en büyük delil olmasına rağmen raporuma 'sağlam' diye geçip davayı kapattılar. Anlayacağınız zulüm hala devam ediyor. Zulüm devam ediyorsa zulme karşı direniş de devam ediyor."
(fk)