Nusaybin'de anneler direnişçi çocuklarından haber bekliyor

11:08

Zehra Doğan/JINHA

MÊRDİN - Nusaybin'de çocuklarının katledildiği haberlerini alan anneler haberin yalan olmasını dileyerek bekleyişini sürdürüyor. Direnişçi çocuklarını anlatan Meliha Aktaş, "Meğerse ben nasıl yiğit bir evlat doğurmuşum. Kimsenin nasibi olmaz, doğduğu anaya yiğitliği öğreten böyle bir evlat" diyor.


Kürdistan'da yürütülen soykırım politikalarına karşı Botan Yürüyüşü için Mardin'in Nusaybin ilçesinde binler, başlattığı nöbet eyleminin en acı gecesini geçiriyor. Heybesine aldığı bin bir umutla Türkiye ve Kürdistan'ın dört bir yanından gelen özgürlük nöbetçilerinin Türkiye Cumhuriyeti tarihinden bu yana ailelerinin bıraktığı yerden devam edip mücadeleye bir taş da kendileri koyanlardan. Tarihi İpek Yolu'nda asker ve polise karşı direnişten dönen nöbet eylemcileri her gün aynı çamurlu paçalarını yaktıkları ateşte kuruturken bir de direnişe bir türkü yakıyorlar ateşle beraber. Sabahın ilk ışıklarına dek her birinden ayrı bir direniş öyküsü dinlediğimiz nöbetinin neferlerinin yüreği şimdi de Cizre Cudi Mahallesi'ndeki iki bodrum katındakiler için atıyor.

Bir kara çarşafla başladı Hanım ananın direnişi

Nöbetçilere bir de yaralıların annelerinin yaktığı ağıtlar eşlik ediyor. Kamuoyunda direnişin sembol anneleri olarak seslerini duyuran annelerin her biri ayrı bir yaşam öyküsüne sahip. Şu ana kadar kendisini oğlu Mehmet Yavuzel için yaktığı ağıtlarıyla tanıdığımız Hanım Yavuzel'in geçmişe dair derin hikayeleri varmış. "Oğlumu çeyiz sandıklarına kanaviçelerden kazandığım gelirle büyüttüm" diyen Hanım anne, "Benim Mehmet için direnişim yeni değil. O cezaevindeyken yaptığı eylemde de koğuşları yanmıştı. Elleri ayakları yanmıştı. O zaman da bana bir şey demediler. Ana yüreği hissettim, günlerce kara çarşafımla cezaevi kapısı önünde yağmurun altında direndim. Sırılsıklam çarşafımı sıkıp sıkıp yine giydim, ta ki bir haber alıncaya kadar. Bir aradan sonra yine oğlum özgürlük için bedenini aylarca açlığa verdi. O açlık grevindeyken, ben de yine cezaevi kapısında aynı kara çarşafımla açlık grevi başlattım. Şimdi de onun su bulamadığını duyuyorum. Ağzımdan bir damla su geçmiyor, nasıl içerim oğlumun belki de hayat bulacağı o suyu kana kana?"

'İşte bu manzaralar altında büyüdü direnişçi çocuklarımız'

Vakti zamanında memleketi Urfa'nın Suruç ilçesinden, Mersin'in Tarsus ilçesine savrulan Hanım ananın yaşamı, yaptığı evlilikle yine topraklarında devam etmiş. Sonra ise askerin her gün bastığı Duruca (Şervemezin) köylerinde gösterdiği ilk direnişiyle başlamış mücadele hayatı. Onu pür dikkat dinleyenlere başlıyor anlatmaya Hanım ana, "Bölünmüşlüğün en ağır şekilde yüzüne çarptığı sınır hattının dikenli tellerinin yurtsever halkından oluşur bizim köy. Her gün köyümüzü basan askerler okulun önünde bizi toplar, gözümüzün önünde erkekleri çırılçıplak soyup işkence ederdi. Askerlerin köyümüzün muhtarına öyle bir işkence yaptı ki, adamın kulaklarını paramparça etti. Kanlar içinde yere yığılan muhtarın o anları hiç aklımdan gitmiyor. İşte bu manzaralar altında büyüdü direnişçi çocuklarımız" diyor.

'İnşallah bodrumda bir leğenin altına sığınmıştır Mehmet'im'

Sonra derin bir ah çekerek oğlu Mehmet'i anlatıyor Hanım anne: "Oğlumu sabah çapa yaparak, akşam ise tekstil atölyelerinden aldığım parçalara işlediğim kanaviçelerle büyüttüm. Her yaz batı kentlerine doğru yol alıp, tarlalarda akşama kadar çalışırdık. Orada da başka bir zulüm. Bize, 'Yine geldi kuyruklu Kürtler' diye hakaret ederlerdi. O hakaretlerin ve yaz sıcağının altında zorlu günler geçirdik. Birgün tarlada çalışırken oğlum ateşlenmişti, başkasının yerine tarlayı sulama şartıyla işçilerden biri arabaya bindirip hastaneye kaldırdı. Doktorun verdiği iğnelerle döndüler. İğneyi vurayım derken Mehmet'im birden ortalıktan kayboldu. Saatlerce onu aradık sonra elbise leğeninin altında bulduk onu. İnşallah bodrum katında bir leğen vardır da oğlum altına saklanmıştır, görememiştir inşallah zalimler onu ve arkadaşlarını. Zaten küçücük bedeni var, eminim sığar leğenin altına, kurtulur bana acı günleri yaşatmaz. İnşallah 'öldüler' haberleri yalan oldur. "

'Kucağıma ilk aldığım anki mis kokusu burnumda'

Hanım ananın sesine ince bir ağıt karışıyor. Bu ses Cizre'de bodrum katındaki Azadiya Welat Yazıişleri Müdürü Rohat Aktaş'ın annesi Meliha Aktaş'a ait. "Doğduğunda onu ilk kucağıma aldığımda içime çektiğim mis gibi kokusu geliyor burnuma" diyor Meliha ana. "Nasıl bu kadar insafsız olurlar" diye soruyor Meliha ana: "Ben oğlumu görmedikçe öldüğüne de sağ olduğuna da inanmam. Oğlumu el bebek gül bebek büyüttüm, o küçücük yüreğinde nasıl bir Kürdistan aşkı vardı ki uğruna canını vermeye hazır oldu. Meğerse ben nasıl yiğit bir evlat doğurmuşum. Kimsenin nasibi olmaz, doğduğu anaya yiğitliği öğreten böyle bir evlat" diye anlatıyor.

'Sakine Cizre'ye yaraları sarmak için gitti'

Öyle bir gece ki, bitmek bilmez. Öyle bir karanlık ki şafak sökmez. Her gece direniş halayına duran bu alan şimdi pür dikkat 23 NO'lu bodrum katına kitlenmiş durumda. Dedik ya her nöbetçinin farklı bir nedeni var bu alanda. Taybet Çetinkaya da bodrumdakilerden Sakine Şiray'ın ablası. Sakine'yi duyar duymaz Batman'dan koyulmuş yollara. Manisa'da hemşire olan Sakine'nin öğretmenlerin ilçeyi boşalttığı haberlerini gördükten sonra, yaraları sarmak adına yıllar önce zorla göç ettirildiği memleketine doğru yola koyulduğunu söyleyen Taybet, "Yıllar önce bizi yaylalarımızdan sürdüler. Yokluk içinde büyüdük. Sakine okudu hemşire oldu, yaraları sarayım derken kanadından vuruldu kardeşim. Babam çoban, dağlarda Sakine diye ağlar. Annem yatalak, şimdi bu haberleri görmüşler midir diye çok korkuyorum" diyor.

Şimdi Cizre'nin kıyısında zırhlıların ardından Botan'ın kalbi Cizre'den gelecek doğru haberleri beklemek kaldı nöbetçilere.

(gc)