Arap Zîn ile Kürt Mem'in Cizre hikayesi ve Beko'nun yeni adı 'devlet' - ÖZEL

09:04
ÖZEL" class="social-twitter">

Handan Tufan-Zehra Doğan/JINHA

MÊRDİN - Cizre'deki saldırıların 16'ıncı gününde eşi ve çocuklarını mahalleden çıkartan ve kendisi içeride kalmayı seçen bodrum katındaki yaralılardan Hasan Tağ'ın eşi Derya Tağ, "Ben erkek zulmüne karşı aileme başkaldıran Arap Zinê, o ise canını halkına adayan Mem'di. Bizim Beko'muz devlet oldu. Bu zulüm serhıldan ruhunu büyütüyor bilmiyorlar mı? Arap bir kadın olarak Bijî Kürdistan diyorum, barışa artık inanmıyorum" diyor.

Soykırım politikalarının en ağır şekilde yürütüldüğü Cizre'de bodrum katındaki yaralılara ilişkin yandaş medya tarafından servis edilen haberlerin ardından ailelerin Cizre yoluna doğru akını devam ediyor. Botan Yürüyüşü için Mardin'in Nusaybin ilçesinde günlerdir devam eden nöbet eyleminde yer alan yaralıların aileleri çocuklarının yaşadığına dair inançlarını yitirmediğini söylüyor. Sabahın erken saatlerinden gece yarılarına dek nöbet eylemini sürdürenlerden biri de Derya Tağ. Bekleyenlerin içinde en genç olan Derya'nın ise eşi Hasan Tağ, bodrum katındakiler arasında. Nöbet eylemindeki anneleri, "Ağlamayın zalime karşı ağlamak boyun eğmektir" sözleriyle yatıştıran Derya, "Bu yaşadığım ilk zulüm değil" diyerek, ailesinin erkek zulmüne karşı başkaldırısıyla eşiyle birlikte sürdürdüğü mücadele yıllarıyla uzayan bir direniş öyküsüne sahip.

'Hasan'ın bileğine takılan kelepçeyle Kürt mücadelesiyle tanıştım'

Mardin'in Midyat ilçesine bağlı bir köyde baba ve ağabeylerinden yıllarca gördüğü zulme karşı başkaldırarak Cizre yollarına düşen Arap bir kadın mücadelesiyle başlamış Derya'nın direniş hayatı. O günleri anlatan Derya, "Yaptığım her hareketin ağır hakaret ve dayakla karşılık bulan küçük bir kızdım. Yıllarca bu böyle sürdü, bir gün 'neden buralardan kaçmıyorum ki' diyip, sadece üzerimdeki kıyafetlerimle evden çıkıp, Cizre'de yaşayan arkadaşımın evine gittim. Erkeklerden nefret eden, sadece karnını doyurmak için ekmek parası için bir kafede çalışan bir kadındım. Hasan da oraya gelen müşterilerden biriydi. Bana âşıktı, sürekli arkadaşlarını yollayıp görüşmek istediğini söylüyor, ben de her seferinde 'erkeklerin yüzünü bile görmeye tahammülüm yok' diyip reddediyordum. Hiç unutmam bir gün duygularını ifade eden bir şiir yollamıştı. Şiiri yazdığı kağıdı gözlerinin önünde parçalayıp verdim. Aşka inanmıyordum, erkeğin gerçek bir aşk yaşatacağına asla inanmıyordum. Arkadaşlarımdan numaramı alır almaz evlenme teklif etti, nişan için bir kafe kiralayıp buluşma kararı aldık. Tam nişanlanacağımız anda polisler içeri girip Hasan'ın bileklerine kelepçe takıp götürdüler. O kelepçelerle ben de Kürt mücadelesiyle tanışmış oldum" diye anlatıyor o günleri.

'Hasan cezaevindeyken onun haberi olmadan onunla evlendim'

Hasan'ın tutuklanmasının ardından, Hasan'ın ailesinin evine gittiğini söyleyen Derya, gördüğü manzara karşısında duyduğu hayranlık nedeniyle evlenmeye karar verdiğini söylüyor: "Evine gittim, bir yatak bir döşek, oldukça yoksul bir aile karşımdaydı. Meğerse Hasan'ın babasını da doksanlarda askerler katletmiş. Onu duyduktan sonra Hasan'ın mücadelesi benim için kutsallaştı. Annesine, 'ben senin oğlunla evlenmeye karar verdim, bu günden itibaren bu evde yaşamaya karar verdim. Merak etmeyin hem cezaevindeki oğluna hem de size ben çalışıp bakacağım. Git oğluna, 'Derya seninle evlendi, sen artık evli birisin haberin olsun de' dedim. Onca zulme başkaldıran bir kadın olarak Hasan mı benimle evlenmeye karar verecekti? Tabi ki buna da ben karar verdim. Sonra cezaevine bir nişan yüzüğü gönderdik, o camdan, ben dışarıdan elimizi kaldırıp yüzüklerimizi taktık. Kural tanımayan anarşist ruhlu kadının evliliği de böyle oldu işte."

'Bizde toprak demek namus belası demek'

Hasan'la evliliklerinin sıradan bir evlilik olmadığını söylüyor Derya. Nedenini de şu sözlerle ifade ediyor: "Beni de örgütledi, aynı inanç uğruna mücadele eden yoldaş olduk. Ben onca zulme başkaldıran Zinê o da Mem oldu Cizre topraklarında. Bizim de Beko'muz devlet oldu. Bana 'yoldaşım' diyor zaten. İki oğlumuz oldu sonra, hayallerimiz var, çocuklarımız Kürt mücadelesine layık olan, Kürt öncüler olacak. Sokağa çıkma yasağı ilan edilince çocuklarımızla birlikte evimizde kalmaya karar verdik. Saldırılar şiddetlenince 16'ıncı günde beni ve çocuklarımı çıkardı. İki aylık hamileydim ve çocuğumu düşürdüm. Kendisi kalmaya karar verdi. Bizde toprak namus davası demektir. 'Ben de çıkarsam, sonra hangi yüzle evimize geri döneceğiz' diyip, mahallemizi korumaya karar verdi. Ben çocuklarımı alıp Cizre dışında bekledim. Her gün telefonda konuşuyorduk, arkadan bomba sesleri geliyordu ama onun sesi hep güleçti. 'Korkma biz neler gördük, bunu da atlatırız' diyordu. 20 gündür ondan haber alamıyorum. Tek bildiğim onun da yaralı bir şekilde bodrum katında olduğu."

'Ölmüş bir barış tekrar yaşar mı?'

Yıllarca barış için mücadele etmelerine rağmen tank ve toplarıyla kendilerine saldıran bir devletle karşı karşıya olduklarını söyleyen Derya, barış umutlarının da Cizre'de atılan havan toplarının altında öldüğünü ifade ediyor. Derya, "Ölmüş bir barış tekrar yaşar mı dersiniz? Günler önce mahalleden çıkan bir komşumuza, 'eşim orada mıydı?' diye sorduğumda, bana, 'herkesin yüzü toz içinde, kimse kimseyi tanımıyor' diye cevap verdi. Havan topuyla toza bulanan yüzler, bir soba dahi yok. Özyönetim, barış demek değil miydi? Sırf barış istedik diye bunlar başımıza gelmedi mi? Ben barış istemiyorum, barışın olmasını da istemiyorum. Bu zulme karşı sessiz kalıp zulmedenlere fiilen yardım eden Türklerle bir arada yaşayamam artık. Bir kadın olarak Bijî Kürdistan diyorum" diyor.

(mg)