Asya Tekin'in gözünde Cizre'de 73 gün…

09:05

Bêrîtan Elyakut/JINHA

AMED - Muhabirimiz Asya Tekin, Cizre'de 73 gün neler yaşandığını şu cümlelerle anlatıyor: "Bazen çok yakınımızda yaralananlar ve yaşamını yitirenler oldu. Bir gazeteci olarak yaşamını yitiren insanları çekmek zorunda kaldık ya da yarası kanayan insanların yaralarına bakmak zorunda kaldık."

Şırnak'ın Cizre ilçesinde 4 Eylül 2015 tarihinde uygulanan 'sokağa çıkma yasağı'nda 23 yurttaş katledilmişti. Cizre halkı henüz açılan yaralarını sarmakla uğraşırken 14 Aralık tarihinde tekrardan sıkıyönetim uygulaması başladı. Başlayan sıkıyönetim politikaları katliamlarla devam etti. Operasyonun sona ermesine rağmen devletin sıkıyönetim uygulamalarından vazgeçmediği Cizre'de halk göçe zorlanıyor. Bodrumlarda katledilen yüzlerce kişinin cenazesi halen teşhis edilmeyi bekliyor. Cizre ilçesine yasak uygulamasından önce tüm devlet memurlarına 12 Aralık tarihinde mesaj yollayan devlet ardından katliam politikasını hayata geçirdi. Cizre katliamına birebir 73 gün boyunca tanıklık etmek üzere bölgede bulunan JINHA muhabiri Mizgin Adım'ın yanına JINHA muhabiri Asya Tekin ve kameraman Asmin Bayram gitti. Cizre'de neler yaşandığı, nelere tanıklık edildiği ve gazeteciler olarak yaşanılan zorlukları Asya Tekin JINHA'ya anlattı. İlçeye ilk girdikleri anda yaşanan hareketliliği, yaşadığı zorlukları ve halkın direnişe olan inancını anlatan Asya, direnişi sahiplenen bir halk gerçekliğine tanıklık ettiklerini söylüyor. Asya'nın Cizre'de 73 gününü olduğu gibi veriyoruz…

İlk gün izlenimleri

11 Aralık tarihinde Cizre'ye doğru yola çıktık. Oraya gitmemizin sebebi yasak uygulanacağı değildi. Ulaştığımız anda her şey gayet normaldi ancak ilçenin giriş ve çıkışlarda bir olağanlık söz konusuydu. İlçeye girmemizin ardından bölgede muhabirlik yapan arkadaşımız Mizgin ile halk meclisinde buluştuk. Halk meclisinde bir yoğunluk ve hareketliliğin olduğunu gözlemledik. Ardından hareketliliğin nedenini sorduğumuzda öğretmenlere mesaj gönderildiğini ve ilçeye yasakla birlikte yoğun saldırıların gerçekleştirileceğini söylediler. Bölgeyi bizden daha iyi bilen Mizgin, Cudi Mahallesi'nin daha kalabalık olduğunu ve görsel çalışmada daha iyi olacağını bize söyledi. Bizde Cudi Mahallesi'ne geçtik. Cudi Mahallesi'nde ilginç bit tablo ile karşılaştık. Karşılaştığımız tablo ise çantalarını sırtlanmış o kente ait olmayan insanlar oldu. Sırtımızda çanta olmasından kaynaklı bizi öğretmen zannedip hangi arabaya binmemiz gerektiği söyledi. Biz yönümüzü Cudi Mahallesi'ne çevirirken memurlarında yönünü Cizre'den uzak bir yöne çevirdiğine tanık olduk.

İlk olarak Cizreli kadınlara memurların ilçeyi terk etmelerini nasıl değerlendirdiğini sorduk. Kadınlardan ve Cizre Halk Meclisi Eşbaşkanı Asya Yüksel'den aldığımız cevaplar şu doğrultudaydı: "Bu öğretmenler yüzyıldır Kürt halkına asimilasyon politikalarını dayatıyorlardı. Bugünde devlet bu asimilasyon politikasını uygulamak için gönderdiği ekiplerini geri çekiyor. Belli ki burada büyük bir katliam yaşanacak ve bu katliamda kendi memurlarının kentte bulunmasını istemiyor. Bunlar asimilasyon politikalarını da bavullarına yükleyip gittiler" şeklinde oldu. Halk meclisinin yönetiminde yer alanlar mahallelere dağıldı ver herkes bir görev aldı. Kadınların, annelerin, gençlerin ve çocukların yer aldığı çok sayıdaki grup perdeler çekip hazırlığa başladı.

Halkın direnişi karşılayışı

Cizre'de büyük bir inanç vardı ve Cizre halkının devlet güçlerinin tüm saldırılarına rağmen kazanacağı inancı bulunuyordu. Direnişi sahiplenen bir halk gerçekliğine tanıklık ettik. İlk kez Cizre'ye gitmiyordum ancak farklı bir duygu yaşıyordum. İnsan Cizre'de sevgiyi, aşkı, güveni, ihaneti tüm duyguları iç içe yaşıyor. Çünkü Cizre Mem û Zin'in aşkının diyarı olduğu kadar ihanetin adı olan Beko'nun da diyarıdır. Gazeteciler olarak bu çelişkilerin hepsini iç içe yaşadık. Bir yandan gazetecilik yaparken bir yandan da Cizre'nin gerçekliğini öğrenmeye çalıştık. Bir kadın gazeteci olarak oradaki kadın gerçekliği bizler için oldu. Halkın evinde kaldığımızdan kaynaklı her gün ayrı bir kadının hikayesini öğrendik ve işledik. Bir haber yapmıştım ve bu hikayede, 9 yaşında Ağrı'dan para karşılığında kuma olarak Cizre'ye getirilen bir kadının öyküsünü işledim. Kadın şuan 28 yaşlarında ve bir kızı var oda YPS saflarında yer alıyor. Kadın bana çok ilginç bir şey söylemişti oda şuydu: "Evet bizler kölelik, çift eşliliği yaşadık ancak şimdi halk meclisi bir karar aldı ve çift eşlilik yasaklandı. Kadınlar için burada bir özgürlük tarihi yazılıyor. Bu tarihi de bizim kızlarımız yazıyor." Onun kızı gerçekten o tarihi yazdı diye düşünüyorum.

Gazeteciler neler yaşadı

Bazen çok yakınımızda yaralananlar ve yaşamını yitirenler oldu. Bir gazeteci olarak yaşamını yitiren insanları çekmek zorunda kaldık ya da yarası kanayan insanların yaralarına bakmak zorunda kaldık. Bizler savaş gazeteciliği noktasında çok deneyimli değildik. Uzun bir süredir bölgede devlet saldırılarının çok yoğun olduğu bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla bu durum gazetecileri de zorlayan bir durum. Geçmişte bizler kadınların yaşadığı sorunları işliyorduk ancak bir süredir bu haberleri yapamıyoruz. Süreçle birlikte direnen kadınların, savaş nedeniyle mağdur olan kadınların hikayelerini yapıyoruz. Bu aslında kendi içimizde de bir dönüşüme ve gazetecilik perspektifimizi değiştirmemize neden oldu. İlk kez 73 gün bir yasakta yer aldım. Bütünlüklü bir saldırı söz konusuydu. Havuz medyanın devletle işbirliğine girip çatışma alanlarında görüntü çekerken bizler saldırı altındaydık. Gazetecilik devlet erkine karşı yurttaşı savunur. Özellikle bölgedeki savaştan kaynaklı bu yaklaşımın ortadan kalktığını ve gazetecilik adına Türkiye'de gazeteciliğin en aşağılık döneminin yaşandığını gördük. Bu durum gazetecilik adına Türkiye'de tartışılması gereken ciddi bir sorundur. Gazeteciliğin bize yüklemiş olduğu sorumluluk gereği bizde halkın olduğu alanlarda yer aldık ve yaşadıklarını kamuoyuna duyurmaya çalıştık.

Cizre'de YPS güçleri vardı ancak onların da halka karşı bir saldırısı söz konusu olsaydı onu da kamuoyuna duyururduk. Bizim temel perspektifimiz yurttaşın yanında durarak habercilik yapmaktır. Cizre'de nerede kalmamız gerektiği noktasın çelişkiler yaşadık. Halk kapılarını açtı ve 'yeter ki sesimizi duyurun biz sizi misafir ederiz' dedi. Çünkü sesini duyurmaya çalışan gazetecileri halk sahiplendi. Anadolu Ajansıda (AA) halkın yanında haber yapmış olsaydı ve objektif yaklaşsaydı aynı misafir perverlikle karşılanacaktı. Gazeteciler noktasında uçlaşan bir durum söz konusu. Devletin ana akım medya dışında kalan basın çalışanlarını terörize ettiği ve düşmanca yaklaştığı bir süreçten geçiyoruz. İşimizi daha rahat yapabilme koşullarının yaratılması gerekiyor. Gazetecilik adına her şeyin yok edildiği bir alanda kameralarımızı saklayarak çalıştık. Gazeteciler sınır ve yasak tanımaz. Gazeteciler gördüğü ve merak ettiği şeyleri çekip kamuoyuna duyurur. Bizler 30'uncu günün sonunda neredeyse habercilik yapamadık. İkinci ve üçüncü ağızdan duyduklarımızı yazmak zorunda kaldık. Yasaklı bölgelerin gazetecilere açılması gerekiyor. Hem YPS güçleri hem de devlet güçleri bu konuda gazetecilere karışmaması gerekiyor. Devleti ya da YPS'yi korumak için habercilik yapılmaz, halkı savunmak için gazetecilik yapılır. Dolayısıyla bağımsız, objektif habercilik ortamının koşulları yaratılmalıdır. Haber nöbet eylemleri bu açıdan önemli bir yer tuttu.

Devlet güçlerinin beyaz bayraklı halka saldırması

Halkın evleri yıkılınca mahallede yaşayan bir bölüm insan evlerinden beyaz bayraklar eşliğinde çıkmak zorunda kaldı. İnsanlar evlerinden çıkma taraftarı değildi ve bodrum katlarında yaşadılar. Bizler de bodrum katlarına gittik ve oradaki yaşamlarını izledik. Bodrum katlarında bir araya gelen ailelerin yemeklerini ortak pişirip, ortak yemelerine tanıklı ettik. Evlerinde kaldığımız kadınların hepsi evsiz kaldı. Bütün Cizre halkını düşman belleyen ve öldürmek için görevlendirilen devlet güçlerinden bahsediyoruz. Dolayısıyla 'biz sonuna kadar direneceğiz' diyen halk evini bırakmak zorunda kaldı. Bu halkın 90'lı dönemlerde köylerinden göçertenler bugün şehirlerden göçertiyor. 90'lı dönemlerde halkın direnişini kırmayı başaramayanlar bugünde başaramayacaktır. Boş bir kente kimse sahip olamaz. Eğer o kentte birileri yaşıyorsa ve size kucağını açıyorsa oraya sahip olabilirsiniz. Bodrumlarda kimileri diri diri yakılarak, kimileri teslim olmamak adına son kurşunu kendine sıkarak kimileri de arkadaşları yaşamını yitirirken acı çekerek yaşamını yitirdi. Bu kadar korkunç tablonun izahatını yapamıyoruz. Picasso'unun Guernica tablosu acıyı anlatır ancak Cizre en acı tablo oldu.

Beni etkileyen en önemli anı

Cizre'de ilk başlarda yaşananlardan etkileniyorduk. Sokakları, mahalleleri dolaşıyorduk. Günde birkaç kez uğradığımız bir sokak vardı orada sürekli bir kadın ile karşılaşıyorduk. Kadını her gördüğümde 'Asya ez ditîrsim' derdi. Kadın her öyle dediğinde bende korktuğumu söylerdim. Bu kadın neden bu kadar korktuğunu ve ben her söylediğinde neden korktuğumu düşündüm. Cudi mahallesine en son gittiğimizde kadın mahalleden çıktı. En çok korkan kadın mahalleden en son çıktı. Aslında o kadının korktuğu Cizre'nin toplumsallığının zarar görmesiydi. Bodrum katlarında yaşanacaklardan korkuyordu ya da Cizre'nin yerle bir edilmesinden korkuyordu. Bütün anılarının yok edilmesinden korkuyordu. Evet o kadın korkuyordu ve o her korktuğunda bende korkuyordum. Bu kadar vahşetin karşısında küçük bir hikaye gibi gelebilir ancak beni çok etkileyen bir olay oldu.

Bir annenin hikayesi…

Kızı YPS-JIN güçlerine katılan bir annenin de hikayesi beni çok etkilemişti ve kızıyla röportaj yapmıştım. Kızı "Rojava devrimi gerçekleştiğinde kadınlar çok fazla kabul edilmedi. Daha sonra kadın öncülüğünde devrim gerçekleşti ve Rojava kadınları dünya çapında sembol oldu. Rojava'da kadınlar direnip en ön saflarda bir düzey yakaladıysa bende burada mahallemi koruyup bir düzey yakalayabilirim" dedi. Daha sonra bodrum katlarında yaşamını yitirdi. Daha önce uzattığımız mikrofonu bu kez annesine uzattım ve kızının hayat hikayesini annesinden öğrendik. Yasemin'in daha önce 2 çocuğu dağa gitmiş, bir kızı da YPS güçlerine katılmıştı. Anne beyaz bayraklarla mahalleye gidip kızını almak istiyordu. Anne bana, "Ben kızımı sırtlayıp almak için mahalleye gittim. Nusaybin caddesine gittiğimde asker ve polislere baktım. Ardından dedim ki hayır ben kızımı almayacağım. Çünkü ben kızımı sırtlayıp getirdiğim de bunlar kızımı benden alacak ve benim kızımın başına gelecekleri tahmin bile edemiyorum. Kızım ben ölmekten korkmadım, ben namusumun gitmesinden korktum. Ben kızımı bilinçli almadım. Kızım hiç olmazsa arkadaşlarıyla beraber ölecek. Gördüğüm adamların eline düşmesin" dedi. O kadın kendi kızının başına gelecekleri önceden görebiliyordu ve önlemini almıştı. İsmini ve hikayesini anlatmadığım yüzlerce kadın ve çocuk var. Üzerime düşen sorumluluk gereği bu hikayelerin hepsini yeri geldikçe anlatmak ve seslerini duyurmak için elimizden geleni yapacağız.

(mg)