96 Ölüm Orucu'ndan 'Hayata Dönüş' operasyonuna tanıklık: Mürüvet Küçük
09:02
Bêrîtan Elyakut / JINHA
AMED - 1996 Ölüm Orucu sürecinin ve 2000 yılında cezaevlerine gerçekleştirilen Hayata Dönüş operasyonunun tanıklarından, gazeteci Mürüvet Küçük o dönem yaşananları anlattı. Mürüvet, "Bize saldırdıkları anda bir yoldaşımın çok kötü dövülmesine rağmen benim üzerime atlamasını hiç unutamıyorum. 'Yoldaş sana ne yapıyorlar' çığlıkları halen kulağımda. Diğer unutamadığım konulardan biri de kendisini yakan arkadaşlarımın çığlıkları ve sloganlarıdır" dedi.
Tabutluk genelgesi… Direniş, yaşam, ölüm… 6 Mayıs 1996 tarihinde Refah-Yol hükümetinin Adalet Bakanı olan Mehmet Ağar, tutukluların tabutluk dediği Eskişehir Özel Tip Cezaevi'ne nakillerin önünü açmak için genelge yayınladı. Cezaevinde yeni baskı dalgasının geldiğini gören tutuklular, Cezaevleri Merkezi Koordinasyonunu kurdu. Aralarında PKK, DHKP-C, MLKP, TKP(ML), TKEPL, TKP/ML, TDP'lilerinde bulunduğu 33 cezaevinden bin 500 tutuklu bildiri yayınlayarak süresiz açlık grevine başladı. Başlayan ölüm orucunun başlıca talepleri ise şunlardı:
"Eskişehir, Kastamonu, İnebolu, Kırklareli, Kütahya, Sinop ve Sakarya tabutluklarının kapatılması.
Tutsak yakınlarına yönelik saldırıların durdurulması.
Tutsakların tedavilerinin ve duruşmalara çıkmalarının önündeki engeller kaldırılması."
69 gün süren ölüm orucu sonucunda 12 tutsak yaşamını yitirdi. Taleplerin kabul edilmesinin ardından ve tekrar başlayan saldırılara karşın 20 Ekim 2000 tarihinde tekrar tutsaklar ölüm orucuna girdi. F tipi cezaevlerinin gündeme gelmesiyle dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in, "Cezaevlerindeki sorunları halletmeden, Avrupa Birliği'ne giremeyiz, ilerleme kaydedemeyiz" demesine karşın tutsaklar "F tipi cezaevlerinin açılmamasını, Terörle Mücadele Yasası ve 3'lü Protokol'ün kaldırılmasını" istedi. Böylelikle 19 Aralık 2000 günü "Hayata Dönüş" adı verilen, cezaevlerine dönük askeri operasyon başlatıldı. İlk can kaybı 21 Mart 2001 günü Cengiz Soydaş'ın yaşamını yitirmesiyle başladı ve peşi sıra devam etti. Eylemler sonuçlandığında ölüm oruçları, operasyonlar ve fedai eylemleri neticesinde toplamda 122 kişi yaşamını yitirdi.
1996 ölüm orucu ve 2000 yılı "Hayata Dönüş" operasyonlarının tanıklarından olan Alınteri Gazetesi'nden Mürüvet Küçük tanıklıklarını JINHA'ya anlattı.
'Sistematik işkence yöntemleriyle cezaevine getirildik'
Gençlik yıllarını tutuklamalarla kendisinden çalan devlete karşı mücadelesine hız kesmeden devam eden Mürüvet, 5 kez tutuklanıp cezaevine giriyor. En uzun cezaevi süresi ise 1994 yılından 2003 yılına kadar sürüyor. Tutuklanmasının sebebi ise çalıştığı Alınteri Gazetenin başlatmış olduğu 'Herkese iş' kampanyasına dönük yapılan basın açıklamasına katılması. Gözaltına alındıktan sonra 'Örgüt yöneticiliği' gerekçesiyle 18 yıl hüküm giyiyor. 1996 yılında girmiş olduğu ölüm orucunun ardından sağlık sorunları yaşayan Mürüvet, 2003 yılında sağlık sorunları nedeniyle tahliye olur. Mürüvet, 1996 yılından 2003 yılına kadar olan cezaevi direnişinin her alanında yerini aldı.
Genelge kabul edilmedi açlık grevleri başladı
Mürüvet, o yılları şöyle anlatıyor: "90'larda yapılan ölüm oruçları çok fazlaydı. 12 Eylül cuntasının ardından Türkiye cephesinden de devrimci hareket toparlanmaya başladı. Devrimci hareketlerin toparlanmasına tanık olan devlet saldırılarını yoğunlaştırdı. Cezaevlerinde de sindirme politikaları hayata geçirildi ve saldırılara karşı direniş başladı. 1994 yılında Buca cezaevine gönderildim. Sistematik işkence yöntemleriyle cezaevine getirildik. Cezaevinde 2 aylık bir açlık grevi süreci başladı. Giderek direnişi sahiplenen ve genişleten halk gerçekliğiyle karşılaştık. Ancak devlet işkencelerle, tutuklamalarla ve saldırılarla toplumsal bir travma yaratma çabası içerisine girmişti. 1996 yılında Mehmet Ağar genelgesi çıkarılarak kazanımlarımız gasp edilmek isteniyordu. Tüm tutsaklar hayata geçirilmek istenen genelgeyi kabul etmeyerek açlık grevine başladılar."
'19 Aralık hayata dönüş operasyonuna hazırlık'
1996 ölümün orucunda hiçbir tutsağın B1 vitamini almadığının altını çizen Mürüvet, bu nedenle çok hızlı bir şekilde sıvı kaybettiklerini ve kayıpların da hızlandığını söyledi. Kadın tutsaklardan DHKP-C üyesi Ayça İdil'in 26 Temmuz'da yaşamını yitiren ilk kadın olduğuna söyleyen Mürüvet, kendisinin de açlık grevini onun ardından sonuna kadar götürenler arasında olduğunu kaydetti. Mürüvet, "Ağır sonuçlar gerçekleşti. Bizim taleplerimiz belli oranda kabul edildiğinde kendi irademizle grevi bıraktığımızı kamuoyuna duyurduk. Devletin saldırılarından vazgeçmeyeceğini biliyorduk. Çünkü devlet cezaevlerinde devrimciler tarafından hayata geçirilen kolektivizmi dağıtmakta kararlıydı. Hemen ardından 10 devrimci Ulucanlar da katledildi. Bende o süre zarfında Burdur cezaevindeydim. Ulucanların ardından Burdur cezaevine saldırı gerçekleşti ve bunlar 19 Aralık Hayata dönüş operasyonlarının hazırlıklarıydı" dedi.
'2 arkadaşımız gözlerimizin önünde kendisini yaktı'
19 Aralık operasyonu sırasında Uşak Cezaevine getirildiğini aktaran Mürüvet, Uşak cezaevinin kadın cezaevi olmasından kaynaklı diğer cezaevlerine nazaran saldırıların daha hafif geçtiğini ifade etti. Bayrampaşa cezaevinde kimyasal kullandığına dikkat çeken Mürüvet o anları anlatarak şöyle devam etti: "Kadın koğuşundaki arkadaşlarımızın elbiselerine bir şey olmayıp derileri eridi. Çok sayıda arkadaşımız katledildi. Uşak cezaevinde ise uzun namlulu silahlarla saldırdılar. Karşı koğuşun kapısına barikat oluşturmaya çalışırken hepimizi alıp havalandırmaya çıkarıp darp ettiler. Onur kırıcı aramanın ardından tecrit hücrelerine koydular. 20 ayrı cezaevine operasyon yapıldığını öğrenince sayım vermemeye başladık. 3 günün ardından saldırı gerçekleşti ve o anda 2 arkadaşımız gözlerimizin önünde kendisini yaktı. Bizlerde hemen yan taraflarında olduğumuzdan kaynaklı barikatları tutuşturduk. Kapı kırılarak içeri girildi dumandan zehirlenmemize rağmen darp edilerek çıkarıldık. Grevde olmamızdan kaynaklı göz yetimi kaybettim. Halen o dönem yaşadıklarımdan kaynaklı fiziki rahatsızlanmalarım devam ediyor."
'2016 tecrit'i 1996'ya göre daha ağır'
1996 ve 2016 yıllarındaki açlık grevlerini ve tecridi değerlendiren Mürüvet, büyük farklılıklar olduğunu kaydetti. Mekansal olarak daha kalabalık koğuşlarda kaldıklarını dile getiren Mürüvet, kalabalık koğuşlarda kalmalarından kaynaklı birbirlerine daha fazla destek olduklarını ve düşünsel olarak birbirlerini beslediklerini söyledi. 2016 yılında ki tecridin daha ağır olduğuna dikkat çeken Mürüvet, yalnızlaştırma politikalarının F tiplerinde hayata geçirilmesindeki nedenin tutsakların düşünsel olarak da yalnızlaştırılmak istenmesinden kaynaklandığını ifade etti. Mürüvet, devrimcilerin çok güçlü iradeye sahip olduklarından kaynaklı F tiplerini de amacını anlamsızlaştırdığını kaydetti. Mürüvet, "Düşünsel anlamda firar halindeyse bir tutsak ve devrimci yönleri güçlüyse her anlamda kendini üretebilir. Devrimci kişiliğini bilince dönüştüren bir insanın ölüm orucundayken aklına ölüm, açlık, hücrelerinin an an erdiği aseton kokusuna benzeyen koku bile gelmez. Kişi için o an onursuzluğa karşı direnişi tercih etme duygusu gelişiyor" dedi.
'Kendini yakanların çığlıkları ve sloganlarını unutamadım'
Cezaevinde kendisini en çok etkileyen olaylara değinen Mürüvet, cezaevinde bulunduğu süreç içerisinde her tutsağın bir diğer tutsak için ölümü göze aldığını söyledi. Mürüvet kendisini etkileyen olayı şu cümlelere anlatıyor: "Buca cezaevinde yoğun saldırılara maruz kalıyorduk. MİT'in özel olarak geldiği alanlardan bir yerdi. Taleplerimizin kabul edilmesinden sonra intikam almak için koğuşlara saldırdılar. Kadınlara dönük saldırılara çok ağırdı. O dönemden kalma hasarlar halen omurgalarımda kendisini hissettiriyor. Bize saldırdıkları anda bir yoldaşımın çok kötü dövülmesine rağmen benim üzerime atlamasını hiç unutamıyorum. 'Yoldaş sana ne yapıyorlar' çığlıkları halen kulağımda. Diğer unutamadığım konulardan biri de kendisini yakan arkadaşlarımın çığlıkları ve sloganlarıdır."
Mürüvet, cezaevinde yaşanan devrim ve direniş ruhunu haberlerine yansıtmak için uğraştığını belirtti. Cezaevi fobisinin yaratılmak istendiği anlarda 2016 yılında yapılan tutuklamalarla aşıldığını ifade eden Mürüvet, cezaevi ve mücadele ilişkisini yeni kuşakta gördüğünü kaydetti.
(dk)