Cizre'nin güler yüzlü direngen kadını: Gülistan Üstün

09:02

JINHA

ŞIRNAK - Cizre ilçesinde birinci vahşet bodrumunda devlet güçlerince katledilen Mem û Zin Kültür Sanat Merkezi çalışanı Gülistan Üstün (Eylem)'ü kaleme alan yakın arkadaşı Mahabad Ölmez, Eylem'in güler yüzlülüğünü, paylaşımcı ruhunu, güven duygusunu ve en önemlisi de sanatını mücadelesiyle nasıl buluşturduğunu anlattı.

Birkaç gün sonra çıkacağımız konsere hazırlanıyorduk. Ben ve Zeynep bir repertuar hazırlamaya çalışıyorduk. Kültürün bahçesinde oturuyordum Zeynep ise tam karşımdaki masadaydı. O sırada bahçeye bir arkadaş geldi. Saçları kıvırcıktı ve uzundu. Üzerinde siyah renkli bir yelek ve şalvar vardı. Ayağına ise mekap şeklinde bir spor ayakkabı giymişti. Kendinden emin bir yürüyüşü vardı ve güzel bir kadındı. Zeynep'in bulunduğu masaya oturdu. Bir süre sohbet ettiler. Bende gelen arkadaşı merak edip yanlarına gittim ve selamlaştık. Zeynep ikimize bakıp tatlı bir gülümsemeyle bizi tanıştırdı. İsmi Eylem idi. Sonra sohbete bende katıldım. Eylem heval bize birbirimize sahip çıkmamız gerektiğini anlatıyordu. Hazırlayacağımız şarkıların tarihi açıdan önemini bilmemiz gerektiğini söylüyordu. Eylem heval sesi güzel ve yetenekli bir arkadaştı. 2005-2009 yılları arasında kültür çalışmalarında yer almış. Aynı zamanda kadın konusunda hassas bir arkadaştı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle birçok oyunda sahne almıştı ayrıca kaleme aldığı yazısı da vardı.

Öyle konuşup anlatıyordu. Sonra konu cezaevi oldu. Öğrendim ki Eylem 5 yıl cezaevinde kalmış ve çıkalı birkaç gün olmuş. Zeynep ile merak ettik bize nasıl tutuklandığını anlatmasını istedik. Sonra o günü anlatmaya başladı: "Tutuklamaların yoğun olduğu 2009 yılıydı. Kültürdeki arkadaşların klip çalışması vardı ve bunun için de ses kaydı yapmaları gerekiyordu. Bende o klip çalışmasında yer alıyordum. Sabahın erken saatlerinde uyanmış kayıt için stüdyoya gitmiştim. Kayıt birkaç gün sürmüştü ve sonunda tamamlanmıştı. Bittikten sonra Diyarbakır'dan Cizre'ye doğru yola çıktım ve sonunda eve vardım. Yorulduğum için ailem ile fazla konuşmayarak evine salonunda uykuya daldım. Aradan yarım saat geçmişti ki bağrışmaların ve çığlıkların sesiyle uyandım. Polisler evin her tarafını sarmıştı sonra eve baskın yaptılar. O sırada polisler bulunduğum odaya girerek hakaretler yağdırmaya başladılar ve darp ederek gözaltına aldılar. Günlerce aç-susuz bırakıldım, işkenceye maruz kaldım. Sonra mahkemeye çıkarıldım ve tutuklanarak Mardin T Tipi Kapalı Cezaevi'ne gönderildim."

Eylem 5 yıllık süre içinde farklı cezaevlerine de gönderilmiş ve 5 yılın sonunda özgür bırakılmıştı. Daha çocuk yaşta cezaevine girmiş hayatı acılarla tanımıştı. Gözleri dolmuştu 'işte böyleydi' diyerek bitirdi sözlerini. Onu o gün tanımıştım. Bizimle çalışmalara devam etmesini söylemiştik o da 'biraz zaman geçsin kendim devam edeceğim' diyordu. Günler ve aylar geçiyordu Eylem gelip gidiyordu ve artık kendini eski yıllarında olduğu gibi tamamiyle çalışmalara vermişti. Kuruma her gelişinde bizleri düşünerek getirdiği narları çantasından çıkarır ve bizlerle paylaşırdı. Artık normal bir heval olarak görmüyordum onu; yoldaş kelimesini tamamladığını düşündüğüm tek insandı. Artık birçok şeyi beraber yapıyorduk. Beraber olarak güç kazanıyor ve kültür alanındaki çalışmalara daha çok bağlanıyor ve daha iyi devam ediyorduk. Eylem arkadaşları için her şeyi göze alan ve fedakar ruhlu bir arkadaştı. Aynı zamanda paylaşmayı seven ve arkadaşlarının tüm sorunlarını dinleyen ve anlayan biriydi. Birçok sorunu halleder çözümler bulurdu ve arkadaşlarının ilerlemesi için elinden gelen her şeyi yapardı.

Cizre'de 9 gün boyunca 'sokağa çıkma yasağı' ilan edilmişti ve halkımız kötü günler geçiriyordu. Eylem yasak kalktıktan sonra halka 'nasıl moral verebiliriz' diye düşünüp girişimlerde bulunurdu. Fikirlerini bizimle paylaşır ve önerilerimizi alıp ona göre halka yönelik etkinlikler yapardık. Geceleri mahallelere gider gençlere, çocuklara erbane eşliğinde şarkı söyler ve moral vermeye çalışırdık. Heval Eylem o çalışmadan sonra da mahallelere gidip farklı olarak çocuklara Kürtçe çizgi film izletebileceğimizin önerisini verir sonra da pratiğe geçirirdi. Yani halkına olan bağlılığını ve sevgisini kültürle yansıtırdı. Herşey yolunda gidiyordu insanlar artık yaralarını sarmaya iyileşmeye çalışıyordu ta ki Cizre'yi ikinci büyük direnişe götüren 'yasak' gelene kadar.

Yasak ilan edilmişti, yasağın ilk günüydü ve bizde o gün içinde davul ve erbaneleri alıp halkımızın olduğu bölgeye gittik. Hep beraber ateşin etrafında toplanıp erbane eşliğinde şarkı söyledik ve ben acıktığımı hissetmiştim. Eylem de tam o sırada acıkmıştı ve bana sordu 'şuan en çok ne olsun ya da ne yemek isterdin' dedi. Bende en sevdiğim yiyecek olan 'Ali Usta'nın yaptığı çiğköfte olsun isterdim' dedim. İkimizde çok severdik çiğköfteyi. Bir baktım çantasından poşete sarılı ekmek arası köfteyi çıkardı ve bana verdi. Ben de ikiye ayırmasını söyledim çünkü oda seviyordu ve acıkmıştı ama tüm zorlamalarıma rağmen çok azını aldı ve geriye kalanını yememi istedi. Ve yerken düşündüm ve kendi kendime dedim ki; 'eğer ben olsaydım acıktığım ve en sevdiğim yemeğimin çoğunu verir miydim?' Beni mutlu etmişti çünkü… Düşünüyordu ve önemsiyordu ve en önemlisi de paylaşıyordu.

Tüm baskılara rağmen halk halaylarıyla ve sıcacık gülümsemeleriyle birbirlerine destek oluyor ayakta dururdu. Günler geçiyordu arkadaşlarımızı sevdiklerimizi kaybediyorduk, yüzümüzü hüzün sarıyordu ama güçlüydük. Yasak devam ediyordu, bir gece ben, Eylem ve bir arkadaş ateşin etrafında oturmuştuk. Her yer silah ve havan toplarının sesiyle yankılanıyordu ve bir anda bulunduğumuz bölgeye doğru nedensizce atışlar yapmaya başladılar o an hiç korkmadığımız kadar korkmuştuk ama belli etmiyorduk; sanki ölüm o an çok yakınlaşmıştı. Eylem heval bana sarılarak 'korkma' dedi ve seslerin şiddetini daha az hissetmem için kulaklarımı kapatıyordu. Tekrardan şahit olmuştum fedakar bir arkadaş olduğuna, çünkü bana sarılarak korumaya çalışıyordu ve o an arkadaşını düşünüyordu. Eylem heval herkesin sessizliğe gömüldüğü zamanlarda sokağa çıkar, ses çıkarır, zılgıt çalardı. Ve böylece mahalleyi saran hüznün yerini direniş alırdı ve cesur yürekler moral alıp kendilerine gelirdi.

Halka olan fiziksel ve psikolojik saldırılar yoğunlaşmıştı, yaralılar hastaneye götürülemiyordu insanlar artık ne yapacağını düşünemiyor hale gelmişti. Evlere götürülüp elde olan malzemelerle tedavi ediliyorlardı. Eylem birçok arkadaş gibi yaralılara yardım eder yemek yapardı hastaların ihtiyaçlarını karşılardı gerektiğin de bir anne kadar şefkat gösterirdi. Zaman geçiyordu ve saldırılar şiddetleniyordu. Aralarında yaralıların ve şehitlerin bulunduğu bodrumda bekleyenler arasındaydı Eylem. Günlerce yaşama olan bağlılıklarını ortaya koymuş direnmişlerdi ve günlerce aç-susuz kurtarılmayı bekliyorlardı. Ama kimse o çığlıkları duymadı ve onlarca direnişe yol açacağını, onlarca Eylemlerin, Feridelerin, Memetlerin, Ferhatların, Ramazanların, Sakinelerin, Azadların doğacağını düşünmedi. Eylem (Gülistan) sonuna kadar kalmış direnmişti ve hikayesi farklı olup ama Eylem gibi olan onlarca arkadaş kalmıştı orda. O zaman tekrar anlamıştım; Evet Eylem arkadaşları için canını bile verirdi ve canını vermişti.

(mg)