20 yıl sonra buluşan kadınlar 'Cesaret Ana'yı anlattı
09:09
Ceren Karlıdağ/JINHA
İSTANBUL - Yaşamının son anında bile yayınladığı kitaplar yüzünden yargılanan Ayşe Nur Zarakolu'nu 1994 yılında cezaevinde beraber kaldığı kadınlarla, 20 yıl öncesine hüzünlü ve keyifli bir yolculuk yaptık. Ayşe Nur'un cezaevindeki yaşamına dair anılarını paylaşan kadınlar, "Bu koşullarda yaşasaydı yine çok güçlü bir duruşu olurdu" diyor.
Kocaman gözlükleri, tavşan gülüşü ile akıllara kazınan Ayşe Nur Zarakolu, Antakya'da 9 Mayıs 1946 yılında doğdu. 1977 yılında Belge Yayınları'nı kuran, 1986'da kuruluşundan itibaren İnsan Hakları Derneği'nde çalışmalar yapan Ayşe Nur'un ismi 40'dan fazla DGM dosyasına konu oldu. Baş eğmez duruşu ve devrimci kişiliği ona "Cesaret Ana" sıfatını kazandırdı. Cezaevi, mahkeme salonları, duruşmalarla geçen ömründe; yaptığı savunmaları insan hakları dersine çevirdi. Yaşama ve kadınlara cesaretle, umutla ve dirençle dokunuşu 28 Temmuz 2002 yılında kanserden yaşamını yitirdiğinde tabutunu Türkiye'de ilk kez kadınların omuzlamasını sağladı. 1994 yılında Fransız yazarı Yves Ternon'un Ermeni Tabusu kitabından dolayı tutuklanan Ayşe Nur, Bayrampaşa Cezaevi'nde kaldı.
Gülsüm, Ayşe, Sadegül ve Fadime, henüz 17-18 yaşında genç kadınlarken Bayrampaşa Cezaevi'nde siyasi tutsak olarak kalıyorlar. Ayşe Nur'un doğum günü vesilesi ile konuştuğumuz kadınlar uzun bir hasretin ardından bu kez kocaman kadınlar olarak birbirlerine kavuşuyorlar. Onların birbirlerine yeniden sarılışı bile ayrı bir haberin konusuyken; biz hep birlikte yeniden Bayrampaşa günlerine dönüyoruz. 20 yıl öncesinin anılarını bugün bir harabe olan Bayrampaşa'nın enkazından beraber çıkarıyoruz. Bize "Ayşe abla" dedikleri sevecenliği, mütevaziliği ve bilgeliğiyle hatırlarında kalan Ayşe Nur Zarakolu'nu anlatmaya başlıyorlar.
Ayşe Nur'un marmelattı…
İlk olarak Gülsüm başlıyor konuşmaya, aradan yıllar geçmesine rağmen Ayşe ablasını unutmamasının sebebini onun kişiliğine bağlıyor. Ayşe Nur'u genellikle nöbetlere yazmadıklarını ve cezaevinde kaldığı süreyi fırsata dönüştürmek için onun konuşmacı olduğu paneller düzenlediklerini söyleyen Gülsüm sözlerini şöyle sürdürüyor: "Ama o kendisi gelip yardım ederdi. Benim aklıma ilk gelen marmelattı. Bir gün nöbette bize marmelat yapmıştı. Siz eğitimlere katılın ben işleri yaparım derdi. Çocuklarından Deniz ve Barış'tan bahsederken gözleri ışıldardı. Aydın tanımı ona göre çok farklıydı ve biz ona 'Türk aydını' dediğimizde kızardı. Aydın onun için halka öncülük edebilecek kişiydi."
Ayşe Nur'un cesur ve korkusuz bir kadın olduğunu hatırlatan Gülsüm, "Askere karşı çok tepkiliydi. Duruşu belli olan bir insandı, kararlıydı. Denizlerden, Mahirlerden devraldığı mirası yürütmeye devam ediyordu. Devrimcilerden bahsederken kocaman gözlüklerinin içindeki gözleri gülerdi. İlk geldiğinde idare 'örgütsel bir yapıyla kalırsan cezan kesinleşir 'demiş. O da 'ben bunla suçlanacaksam zaten bunu kabul ediyorum' diye cevap vermiş" diyor.
'Demek ki doğru bir şey yapıyorum'
Gülsüm'ün bıraktığı yerden devam eden Ayşe ise, "İçeride hiç moral bozukluğu yaşamadı. Morali bozulan çok insan gördük. Kürtleri çok benimsiyordu. Kendini bizden biri olarak görüyordu. Kürtlerin mücadelesinin Türkiye'yi demokratikleştireceğine inanıyordu. Türkiye solunun, Kürtlerin mücadelesinde yeterince stratejik davranmadıklarını söylerdi. Bunun getirdiği bir öz eleştiri ve eleştiri vardı. Ayakları yere basan ve objektif eleştirileri yöneltirdi. Ermeni Tabusu kitabından doğru cezaevine gelmişti. Biz cezaevinde onun yanındayken kitabı okuduk. Bizden kitaba dair, yayınevine dair eleştiriler ve öneriler yapmamızı isterdi. Hatta kitabı eğitim konusu yapmıştık. Kitapların yasaklanmasına karşı dik duruyordu ve 'bu kadar yönelim alıyorsam demek ki doğru bir şey yapıyorum' diyordu" şeklinde anlatıyor.
'Ayşe abla kendi gerçekliğine yaklaşıyor'
Ayşe Nur'un cezaevindeki her şeyi not aldığını, her eğitime katıldığını ve cezaevindeki komün yaşamı benimsediğini söyleyen Fadime ise, "Ben bugüne kadar çok şey biliyordum ama farklı bakış açısı ile bakmayı burada öğrendim diyordu. Siyah, kalın bir ajandası vardı. Her şeyi düzenli olarak ona yazar bütün eğitimleri not alırdı. Defteri başucuna koyardı. Tahliye olduğunda onu da götürdü. Gurbetelli Ersöz'le diyalogları çok iyiydi. Yine tahliye olurken sımsıkı sarılmışlardı birbirlerine. Ayşe ablada en çok dikkatimi çeken şey 'bilgiyi yaşıyor' olmasıydı. Bir gün bir konuşmasında 'ben de kendi gerçeğime yaklaşıyorum' demişti. Bir Türk olarak bu cümleyi kullanmasına çok şaşırmıştım. Daha sonra aslında her insanın kendi gerçekliği ve özü olduğunu anlamadım" diyerek hatırladıklarını bizimle paylaşıyor.
'Ben de özgürlüğe gitmiyorum'
Ayşe Nur'un cezaevindeki yaşamına dair anılarını bu kez Sadegül anlatıyor: "Sesi güzel olan iki arkadaşımız vardı. Öğleden sonra oturur onlardan türkü söylemesini isterdi. Kendisi çok espriliydi. Yaşça büyük olmasına rağmen bizim esprilerimize de hiç alınmazdı. Bizim örgütlü yaşamımızdan çok etkilenmişti. Eşi Ragıp Zarakolu görüşe geldiğinde hepimizi tanıştırmıştı ve sürekli içerideki komün yaşamı anlatıyordu. Tahliye olduğu zaman 'ben gidiyorum ama aklım hep burada. Çünkü bu kadar genç bu kadar yetenekli insanı içerde bırakmak beni çok üzüyor. Ben de özgürlüğe gitmiyorum' demişti."
'Aramızdan ayrılışı da farklı oldu'
Kadınlara son olarak Türkiye'de ilk kez bir kadının cenazesini yine kadınların omuzlamasını soruyoruz. "Şahadeti bile yeni bir gelenek başlattı" diyen kadınlar, "Sadece devrimci kadınlar değil her kadın böyle uğurlanmalı. Yaşamı farklıydı o yüzden aramızdan ayrılışı da farklı oldu. Bu koşullarda yaşasaydı yine çok güçlü bir duruşu olurdu" şeklinde cevap veriyorlar ve sohbetimizi sonlandırıyoruz.
Son olarak Ayşe Nur'un ölüm haberini cezaevinde alan Gülsüm'ün, günlüğüne yazdığı birkaç cümleyi paylaşıyoruz: "Bugün çok değerli bir dostumuzu kaybettik. Gerçekten çok üzüldük… Hem o hem de biz onu çok sevdik."
(mg)