Gizem Yerik: Ben yine sanat üretmeye devam edeceğim

09:05

Sibel Yükler / JINHA

BURSA - Savunmasında "Kadına 'bayan' diyen devletten beni anlamasını beklemiyorum" diyen Gizem Yerik, kanatlarını taktıktan sonra ilk hecelerini döküyor. Çay çöplerinden toprak, kuş yemlerinden başak yaptıkları tutsaklığın ardından özgürlüğüne kavuşan Gizem, "İktidarın bizim düşünmemizi istediği şekilde düşünüyoruz. Barış diyoruz, ama neyle barış olduğunu düşünmüyoruz. Ben yine sanat üretmeye devam edeceğim, belki eskisinden daha çok ve daha politik sanat… Barış, ama sanatla" diyor.

Bu flaşı ezberlemiş olabiliriz: "Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisi Gizem Yerik, 26 Şubat 2016 günü üniversitenin Mudanya yerleşkesindeki dersinden polis zoruyla çıkarılarak gözaltına alındı." Bir öğlen, dersinden zorla çıkarılarak gözaltına alınan, düşünceleri suç unsuru ilan edildikten sonra adeta bedel ödetilir gibi tek kişilik hücreye konulan ve en sonunda Gebze Kadın Cezaevine gönderilen Gizem, tam 76 gün tutsak edildi. Kitaplara ve oyunlara değen bedeni iki aydan fazla tutsak kaldı.

Bu tutsaklığın son bulması için 11 Mayıs günü ilk duruşmanın görüleceği Bursa Adliyesinde toplandık. "Özgürlüğümün dayanağı, direncim" dediği annesi ve onlarca dostuyla salona adım attığımızda karşımızda siyahlar içinde bir kadın gördük. Biliriz; kadınlar zulmün karşısında direnişi giyinir: Siyahlı kadınlar. O da öyleydi. Kırmızı tokasıyla topladığı saçları, mor fuları, sallanan küpeleri ve kırmızı, siyah ojeleriyle karşımızda duran Gizem'in o dimdik omuzlarına yaslandık oturduğumuz yerden.

İddianame okunmaya başlarken bir kez daha 'hastalıklı' bir ruhun izlerini duyduk. Yazarak geceyi güne karan bir kadın, yazdıklarıyla yargılanıyordu… İddianame okunması bitip de savunmaya geçtiği anda ilk şu söz döküldü dudaklarından: "Ben bir yazarlık öğrencisiyim, hukuki bir şekilde hazırladığım savunmam…" Gizem tam 10 sayfalık bir savunma hazırlamıştı. Her bir satırı ayrı bir hukuk dersi niteliğinde olan savunmasını dinlerken karşımızda gücüyle ve iradesiyle kapıları tek tek ittiren bir kadın gördük. Tutuklandığında Çilem'den devraldığı o ruh, bir vücut olmuş karşımızda duruyordu. "İlk mahkemede kanatlarımı geri verdiklerini düşlüyorum" demişti Gizem. Tüm iddiaları yıkarak kanatlarını geri aldığını öğrendiğinde, kollarını havaya kaldırıp bütün güzelliğiyle gerisin geriye döndü. Salonda sevinç gözyaşları, salonda rengarenk bir onur…

Güvercin olup da yanımıza konduğunda, önce "birbirinden harika güne bakan çiçekleri" dediği koğuşundaki 6 dostuna koca bir selam gönderdi. Kelimeler hasretten ağırdı, Gizem'in ilk heceleri dökülüyordu. Bir feminist olarak savunmasında, "Kadına 'bayan' diyen devletten beni anlamasını beklemiyorum" diyen Gizem Yerik'in kanatlarını taktıktan sonraki ilk cümlelerine 'merhaba' diyoruz.

'Güvercin gibi duvara tünedim'

* Nasıl gözaltına alındığını ve ne tür uygulamalardan geçtiğini biliyoruz. Fakat asıl sen neler hissediyordun bunu henüz bilmiyoruz. Bu sürece ilk girdiğinde nasıl bir hisse sahiptin?

İzlediğimiz bir süreç var ve bu sürecin de yarattığı bir korku durumu var. İşkenceler, kayıplar gibi. Tutuklandığım andan itibaren böyle bir gerçekle karşılaşacağım korkusu vardı ilk olarak. Hukuksuzlukla karşılaşmama karşın enteresan bir şekilde ne psikolojik anlamda ne de fiziksel anlamda olumsuz hiçbir şeyle karşılaşmadım ve bu beni ayakta tuttu. Çıplak aramalara direnecek gücüm var mı yok mu, bunu test etmedim ve bunu deneyimlemekten de çok korkuyordum.

* Mahkeme tarafından sosyal medya paylaşımların gerekçe gösterildi. İfadenin ardından sosyal medyadaki tweetlerin gerekçe gösterilerek 'Cumhurbaşkanı'na Hakaret' ve 'Örgüt Propagandası' suçlamalarıyla tutuklandın. Sonra neler yaşandı?

İlk önce Bursa Cezaevi’ne gittik. Oraya siyasileri almıyorlarmış normalde. Cezaevi kayıt bölümüne girdim ve orada da erkek cumhuriyetiyle karşılaştım. Dediğim gibi siyasileri almazlar normalde ama beni alacakları tuttu. Hücreye koydular ve 7 gün hücrede kaldım. Öyle bir tel yapmışlar ki dışarıyı görmen mümkün değil. Cam algısı formalite. Üç tane hücre var ve kilitli bir koridor var. Beni sadece 4 günün sonunda koridora çıkardılar ve yürüyemedim bile. O zaman da 'Sadece bir saat zamanın var' dediler. Koridor da 14 adımdı. İkinci gündü sanırım, aşağıdan 'Hücrede kimse var mı?' diye ses geliyor. Pencere çok yüksek, banyo musluğunun üzerine bastım, kendimi yukarı ittirdim güvercin gibi duvara tünedim. 'Adın ne, adın ne?' diyor aşağıdaki ses. 'Biz seni haberlerde gördük, sen öğrenci değil misin?' dedi. O bağıran Serap'tı. Bana günde üç öğün bağırdı Serap: 'İyi misin, bir şeye ihtiyacın var mı?'

Kuş yemlerinden başak, çay çöplerinden toprak

* Bir mektubunda Bursa Cezaevindeki Roman kadınlardan bahsetmiştin. Bizim yayınladığımız bir başka mektubunda da Gebze'deki kadınlardan nasıl güç aldığını anlatıyordun. Tüm dünya kadınlarına birlikte selam yolladığın "güne bakan çiçekleri" kadınların tutsaklığını anlatır mısın?

Yan koğuşta kalan Roman kadınlar kapı kapandıktan sonra çıkıyorlar pencereye 'Gizem. Gizem orda mısın ki?' Ben bir pencereye, onlar bir pencereye çıkıyor. Onlar bana dışarıyı soruyor, anlatıyorum. 'Bir kuş olduğumu hayal ediyorum, içimde bir kuş var pır pır ediyor' dedi bir tanesi. O cümleyi hiç unutmuyorum. Sonra 'Sen bizden önce çıkarsın, dışarı çıkınca bizi de anlat' dediler. Ben de 'çıkarsam hepinizi anlatacağım' dedim. Sonra sevkim çıktı, 'gidiyorsun' dediler. Çok heyecanlandım, gideceğim yerde başka kadınlar ve başka hikayeler var diye düşünüyorum. Gebze'ye geldik. Koğuşun kapısı benim için açıldı ve bambaşka, yepyeni bir dünya olarak karşıma çıktı. Hep duyduğum, hep okuduğum ama tanık olmadığım hayatlar… Oradaki kadınlar kuş yemlerinden toprağı dölleyerek başak gibi bitkiler yetiştiriyor, çay çöplerinden toprak yapıyorlar ve onu ektiğinde sarmaşıklar çıkıyor. Diyarbakır'daki firar olayından sonra tabii sıkı yönetim ilan edildi ve o toprağı da aldılar. 20 kişilik koğuşta iki tane banyo kovası, bir tane maşrapa bırakılıyor. Siyasi arkadaşlar topraklarını vermek istemedikleri için çok ciddi darp edildiler, kolu kırılan bir kadın arkadaş olmuş hatta. Biz bunun duyumlarını sonradan aldık.

* Peki bütün bu cezaevi süreci sende nasıl bit etki yarattı?

Orada çok net olarak, her anlamda fiziksel ve manen yaşadığın darlığın seni genişlettiğini fark ettim. Görmediğin, duymadığın şeyleri fark ediyorsun. Dışarıda her gün binlerce güvercinle karşılaşıyorsun, ama orda volta atarken gördüğümüz bir güvercini kaçırmamak için, onu birazcık daha görmek için heykel gibi donuyorduk. O kuş uçana kadar herkes aynı anda duruyor. O kuş sabah geliyor uyandığımızda pencereye konuyor. Biri bana sessizce 'Gizem pencereye bak' diyor, ben başka birine sessizce 'Özlem pencereye bak' diyorum ve herkes kafasını çok hafif bir şekilde kaldırarak onu izliyor. Rögar kapağının kenarına incecik bir toprak olmuşmuş. Biz onu yeşertmek için itina ile kuş yemlerini serpiyoruz. ‘Ayıkla, bu çöp, bu tutmaz, bu yeşermez’ diyerek eşit aralıklarla ekiyoruz. Her gün bakıyoruz, yine çıkamamış. 'Koşun koşun yemler başvermeye başlamış' diye seviniyoruz, ama yok öyle bir şey.

'Kadınlar takoz gibi birbirinin önünde duruyor'

* Her zaman, onlardan nasıl güç aldığını anlatıyorsun. Yıllardır direnen kadınlarla aynı pencereden aynı dar göğe bakmak sende nasıl bir güç yarattı?

Mektup günü diye bir şey var ve o mektubun içinde bir dünya geliyor sana. Ben her zaman yazının dönüştürücü gününe inanmış bir insanım ama yazının ne kadar değerli olduğunu bir kez daha fark ettim. 22 yıldır, 12 yıldır yatan arkadaşlar var. Onların bir mektubu nasıl beklediğini gördüm ve o duyguyu ifade edecek bir sözcük yok. O mektup seni bir hafta motive ediyor, tâ ki diğer mektup gelene kadar. Dışarıda her şeye dokunabilme şansın var ve değerini bilmiyorsun. Sana anında ulaşabilecek olmak senin değerini eksiltmez, ama değerini de fark ettirmiyor. Ama sana bir daha 10 gün sonra ulaşabilecek olmak… İçerisi, dışarıdaki insanları da anlama olanağı veriyor.

Yemek geliyor mesela sen almıyorsun. Senin yiyesin yoksa bir başkası alıp onu özenle saklıyor ve senin rafına koyuyor. Bağlama çalardı bir arkadaşımız. O, bağlamayı eline alınca şarkılar, türküler söylerdik ve güç alırdık. Ben dışarıda da 24 saat müzik dinlerdim, ama şunu söyledim, orada her kadın birer takoz gibi birbirinin önünde duruyor. Düşmesin, yuvarlanmasın diye. Bir kırılma yaşandığı anda bir sarmal gibi bu durum herkesi içine alıyor. Sırf bu yüzden, yanındakinin direnişini kırmamak için kendini motive diyorsun, bencil olamıyorsun. Duygular ve hayat komün.

'İktidarın düşünmemizi istediği şekilde düşünüyoruz'

* Sen bir feministsin, aynı zamanda bir sanatçı adayısın. Mahkemede de özellikle bunun altını çizdin. Bundan sonrası için ne düşünüyor, ne yapmayı planlıyorsun? Susturulduğu bir ülkede sanat nasıl bir araç ve amaç haline getirilebilir?

Ben aslında bu süreçten önce de politik tavrı olan bir kadındım. Ama, kendimi daha çok sanat içerisinde sanatın dönüştürücü gücü içinde nasıl ifade edebilirim diyen bir kadındım. Şunu biliyorum; direnişin her alanı, nerede olursan ol aynı ölçüde önemli. Ben yine sanat üretmeye devam edeceğim, belki eskisinden daha çok ve daha politik sanat üretmeye devam edeceğim. Bu zamana kadar sanat algım burjuva sanat algısı üzerineymiş, bundan sonra sokağın önemini daha çok fark eden bir kadın olarak, sanatı sokağa taşımanın önemli olabileceğini düşünüyorum. İçeriden dışarıya baktığımda sanat alanının bu mücadele içinde yetersiz kaldığını fark ettim ve bu bizi renksizleştiriyor. Herkes, savaş psikolojisi içerinde manipüle olmuş durumda, iktidarın bizim düşünmemizi istediği şekilde düşünüyoruz. Barış diyoruz, ama neyle barış olduğunu düşünmüyoruz. Barış ama sanatla. Kalemi silaha dönüştürmüyoruz. Dönüştürmeli.

* Daha önce yayınladığımız mektubunda aynı koğuşu paylaştığın kadınlar için "güne bakan çiçekleri" demiştin. Onlarla vedalaşmak bir yandan zor, bir yandan da umut dolu olsa gerek. Dilinden düşürmediğin "güne bakanlar" için ne dersin?

Nayşe, Selvi, Zeze, Gönül, Özlem… O kadınların bir gün güneşe dokunacaklarına dair umutları var. Bana hep şunu söylediler "Senin gidişinle bizim de bir yanımız özgürleşiyor ve sen o yüzden gitmelisin" ve "hala umut var" dediler.. Zılgıtlar ve sarılmalar, eşiğin önü ve ardı… Ben eşikten bir adım atladım ve onlar kapının ardında aynı hizada bana bakıyorlar. Ben dışarıdayım, onlar içeride. O kapının kapandığı an bizi birbirimizden ayıran an. Belki bu uzun sürer böyle. İçeridekiler ve dışarıdakiler.

(dk)