Gezi süreciyle yolları Ankara eylemlerinde kesişen 3 kadın
09:08
Habibe Eren/JINHA
ANKARA - 2013 yılında Gezi süreci ile beraber yolları Ankara sokaklarında kesişen Emine Kart, Gözde, Çağrı ve Sibel Tekin 3 yıldır aralıksız Ankara eylemlerini takip ediyor. Fotoğrafçı olan Emine, sokağa çıktığında bir işe yaradığını ve sokakta nefes aldığını belirtirken, video aktvist olan Gözde ve Sibel'de toplumsal bellekte yer edinen görüntüleri arşivliyor.
Ankara'da 2013 yılından beri tüm eylemleri takip eden ve çekim yapan Emine Kart, Gözde Çağrı ve Sibel Tekin'in yolları sokak eylemlerinde kesişti. Her eylemi birlikte takip eden 3 kadın sokakta nefes aldıklarını dile getiriyor. Sokağın nabzını tutan ve polis saldırılarına rağmen 'gönüllüğü' esas alarak çektikleri foto ve görüntüleri yurttaşlara ulaştıran kadınlar, Gezi süreciyle birlikte bu işi yapmaya karar veriyor. 2014 yılından itibaren 'Seyri Sokak' oluşumuna can veriyorlar.
Gezi süreciyle 3 kadının yolları kesişiyor
Emine Kart 1987 yılında AFSAD’ın (Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği) fotoğraf kursuyla fotoğraf çekmeye başlıyor. Üç buçuk yıl fotoğrafın sanatsal yönüyle yoğun bir şekilde uğraşan Emine, bu süre zarfında kişisel 4 sergi açıyor. Sergilerin konusunu Rize kadını, madenciler ve karma fotoğraflar oluşturuyor. Yurt içinde ve yurtdışında birçok ödül alan Emine, daha sonra memur olarak çalışmaya başlıyor. Büyük madenci yürüyüşüne katılarak birçok fotoğraf çeken ve kendini tekrarladığını düşünerek 20 yıl fotoğrafa ara veren bir ayakkabı ustasının fotoğraf çekimine başladığında, Gezi sürecinin başladığını söylüyor. 3 kadının yollarının nasıl buluştuğunu anlatan Emine, “Sokağı medya üzerinden halka ulaştırmaya çalışıyoruz” diyor.
'İlk başta objektifimi polise yöneltemiyordum'
Emine, "Gezi süreci başladığında ilk günden itibaren eylemcilerle yürüdüm. Sonra makinemi çıkardım. Fotoğraf çekmek için konu ararken ayağıma geldi. ODTÜ yolu ve 100. Yıl Mahalle İnisiyatifi ilgili fotoğraf çekimlerini yoğunlaştırdım. Sonra ODTÜ eylemlerinde Sibel Tekin ile tanıştım. Kızılay'a daha sık inmeye başladım. Sonra Kızılay, Tuzluçayır eylemlerini takip etmeye başladım. İlk sokak eylemlerini çektiğimde polisten ürküyordum. Objektifi polise yöneltemiyordum. 1 Mayıs 2014'te ilk defa 3 kadın bir araya geldik. Derdimiz aynı olduğu için, sokağı medya üzerinden halka ulaştırmaya çalıştık. Eylemlerde her zaman birlikte çekim yapmaya başladık. Sokakta nasıl fotoğraf çekeceğini, polise karşı nasıl konumlanacağını zamanla öğrendim” diye anlatıyor.
Daha önce basın kartı olmadığı için eylemlerde çok zorluk yaşadığını söyleyen Emine , "Bir gün Kobanê olayları sırası polisler görüntülerimi sildiler. Ben de duruma çok sinirlendim, Kurtuluş parkında oturup ağladım. Sonra basın kartı almaya karar verdim" diyor.
'Süreçle birlikte polisin tutumu sertleşti'
2013 yılından beri sokakta eylem fotolarını çeken Emine, 3 yıllık süreçte sokakla beraber polislerin de değiştiğini ve çok sertleştiğini kaydediyor. Ankara'da basın emekçilerinin de birlikte dayanışma içerisinde olduğunu belirten Emine, "Ankara'da basında birbirimize sahip çıkıyoruz. İstanbul'da da çalıştım, insanlar daha birbirinden uzak, daha hırslı. Burada daha kolektif ilerliyor her şey" diye konuşuyor.
"Ben niye sokaktayım?" diye kendine soran Emine şu cevabı veriyor: “Fotoğrafın aslında sanatsal boyutuyla başladım. Ama sokağa çıktığımda bir işe yaradığımı fark ettim. Zaten kitap projeleri olduğu için daha çok sokağa çıkmaya başladım ve insanlara fotoğraflarımı ulaştırıp, sokağın nabzını bir şekilde tutuyoruz. Sokakta nefes alıyorum. "
'Gezi'ye eylemci olarak katıldım, daha sonra makinamı çıkardım'
Video aktivist Gözde Çağrı 'nın ise asıl mesleği İngilizce öğretmenliği. Lisede fotoğraf çekmeye başlayan Gözde, "Babam eski devrimci eylemlere alışığım. 12 yaşında babamla beraber eylemlere giderdik" diyor. Gezi sürecinde sokağa ilk eylemci olarak çıkan Gözde, bu süreçte birçok kişinin yaralandığını görünce görüntülerin, çekmek için bir kişinin olması gerektiğini düşünüyor ve bu amaçla eline kamerasını alıyor. "Bu sefer kamerayı alıp sokağa çıktım, çünkü insanlar yaralanıyordu kanıtlayamıyordu. Sonra Gezi'nin etkisi azaldı, sokakta insanlarda azaldı. Her gittiğimiz yerde Sibel ve Emine ile karşılaşıyorduk. Sonra 'Seyri Sokağa' dahil oldum" diye konuşan Gözde, Bodrum'da yaşadığını Gezi süreci ile beraber bir gecede Ankara'ya gelişini şöyle anlatıyor:
'Bahçeme domates ekerken bir günde Ankara'da oldum'
"Normalde Bodrum'da yaşıyordum. Ötekilerin Postası’nın çıktığı hapishane direnişi sırasında takip etmeye başlıyordum bir şeyleri , bir yandan bahçeme domates, salatalık ekiyordum. 31 Mayıs gecesi Bodrum'da dışarı çıktım. 1 Haziran gecesi otobüse bindim, Bodrum'dan Ankara'ya geldim. Ondan sonra da uzun bir süre Bodrum-Ankara arası gidip geldim. En son Ankara'ya taşındım tekrar."
Gözde, "Gezi bittikten sonra sol örgütlere kaldı Ankara'da bir şeyler yapmak ve biz hiçbirimiz onlara benzemiyorduk. O yüzden başta polis pek ciddiye almadı. Ama daha sonra sık sık görmeye başlayınca bizim için çekim yapmak daha zorlaştı, baskı da arttı" diyor. Gözde, 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde polis tarafından zorla araca bindirilerek kaçırıldığını ve tehdit edildiğini söylüyor.
'Polisler tarafından kaçırılarak tehdit edildim'
Gözde yaşadığı polis şiddetini ve tehditini ise şöyle anlatıyor: "1 Eylül Dünya Barış Günü'nde mitingden sonra bir cafede oturdum. Sonra akşam eve gitmek için çıktım. Adalet Bakanlığı'nın orada bulunan çiçekçilerin yanında polisler duruyordu. Orası benim için fobik bir bölge, oradan ne zaman geçsem GBT'ye takılıyorum. Bir anlamda da korkuyordum oradan geçmeye. Bir gün bir geçeyim dedim iki tane polis durdurdu beni. Telsiz vardı ellerinde, kimlik sordular. Kimliği gösterdim ‘Biraz bizle gelir misiniz?’ dedi. Arabaya koydular, ‘Sen bir saniye bekle’ dediler kapıyı üzerime kilitlediler. Sonra arabaya bindiler. Arabaya bindiklerinde üzerinde telsiz yoktu, gözaltında olduğumu düşündüm, ama Emniyetin ters yönüne doğru gitmeye başladılar. ‘Nereye gidiyoruz?’ dedim. ‘Sizin kim olduğunuzu biliyoruz. Ne yaptığınızı, kimlerle arkadaş olduğunuzu biliyoruz. Nereye gittiğimizi gidince görürsün’ dediler .Ondan sonra evime bıraktılar, ikametim annemin evinde olduğu için bu beni biraz ürküttü. Fiziksel olarak takip edildiğimi anladım. Kaç kere telefonumu aldılar, kameramı kırmaya çalıştılar.”
'Dokunulmazlığın kaldırılmasıyla polis şiddeti daha da artacak'
Özellikle dokunulmazlığın kaldırılmasıyla polis şiddetinin daha fazla artacağına dikkat çeken Gözde, "Daha önce iç güvenlik yasasını geçirdiler. Ondan sonra biraz daha sertleşti, şimdi daha da sertleşecek. Zaten bir yandan Ankara'da birkaç ayda bir bomba patlıyor. Onu da kullanıyorlar eylemlerde. Güvenliğinizi alamayız bomba patlayabilir diyorlar" diyor.
'Bu görüntüler sanat olsun diye çekilmiyor'
Kendini, "Ben hep sokaktaydım, hala da sokaktayım" diye konumlandıran Gözde, "Bir işe yaramak çok önemli bir şey. Birinin eylemde kolu polis tarafından kırıldıysa, onun hakkında bir dava açılmışsa bizi arayıp ‘O eylemde siz de vardınız, acaba görüntülerden çıkar mı?’ demeleri bir işe yaradığımızı gösteriyor. Bu görüntüler sanat olsun diye çekilmiyor. Bunların bir anlamı var, bir işe yarıyor. Bir işe yaramayı seviyorum" şeklinde konuşuyor.
Kandil'de bombalanan kadının fotoğrafı
"Eylemlerde onlarca flamalı insan görüyoruz. Şuna kesinlikle inanıyorum; o flama tutanlardan biri kamera tutuyor olsa çok şey değişecektir. Şu an yaşadığımız dönemin 90'lardan biraz farklı olmasının nedeni herkesin elinde video kayıt yapan bir cihaz olması. Daha önceden hepimiz biliyoruz; sivil insanları öldürüp öldürüp 'teröristleri' öldürdük diye haber yaptılar. Hala yapıyorlar, ama şimdi onların karşısında durabilecek insanların cep telefonlarıyla çektiği ses kayıtları, fotoğraflar var. Bu çok şeyi değiştiriyor" diye konuşan Gözde, şöyle devam ediyor: “”Şimdi o insanlar hala ölüyor olsa bile bundan bir süre sonra bir şeyleri değiştirecek kanıt oluşturuyor. Kandil'de bir köy bombalanmıştı. Orada hamile bir kadının fotoğrafı vardı. O fotoğraf bu işi neden yapmamız gerektiğini çok iyi anlatıyor. Çünkü orası Kandil ya, bunu bize hangi başlıkla vereceklerdi? O yüzden Kürdistan'da çalışan basın emekçilerine inanılmaz saygı duyuyoruz" diyor.
Tekel direnişinden bugüne: Sibel Tekin
Sibel Tekin ise Ankara Üniversitesi iletişim mezunu. Devrimci liselilerin 'Sibel abla' diye seslendiği Sibel, Ankara'daki tüm eylemlerin görüntülerini arşivliyor. Öğrenciyken belgesel çekimi ile uğraşan Sibel bir süre TRT'de belgesel çekimlerinde yönetmen yardımcısı ve kurgucu olarak çalışıyor. Genellikle toplumsal hareketler ve eylemler üzerine çalışan Sibel, Tekel direnişini çekiyor ve Gezi süreci ile birlikte Ankara'da gerçekleşen tüm eylemleri çekmeye başlıyor.
"Çektiğimiz şeyleri arşivlemek dışında insanlara anında ulaşabilmek için 2014 yılında 'Seyri Sokak' oluşumunu kurduk. 31 Mayıs 2013'ten beri nerdeyse her gün eylemleri ve etkinlikleri çekerek geçirdim" diye konuşan Sibel, Ankara'daki eylemcilerin çoğuyla arkadaş oldukları için polisin dikkatini çekmeye başladıklarını ve polis şiddetinden eylemciler kadar kendilerinin de etkilendiklerinin altını çiziyor. Çoğu kez göz altına alındıklarını ve haklarında dava açıldığını aktaran Sibel, gözlemlerini şöyle anlatıyor:
'Polisin işkencesi konuma ve yere göre değişiyor'
"Tuzluçayır devrimci bir mahalle, çok seviyorum orayı. Otoyol direnişi ve Tuzluçayır cami-cemevi projesi inşaatı başlangıcı nerdeyse aynı gün birer gün arayla başladı ve iki mahallede aslında polisin tavrının nasıl değiştiğini gördüm. 100. Yıl Mahallesindeki eylemle, Tuzluçayır’daki eyleme müdahale çok farklıydı. Bazı şeyleri polis sadece Tuzluçayır'da kullanıyor. Attıkları gaz, yaptıkları işkence değişiyor"
'Eylem ses getiriyor ve toplumsal bellekte yer alıyor'
Bu işte manevi tatmini olan şeyin sokağı çekmek olduğunu belirten Sibel, son olarak şunları söylüyor: "Hem eylemin güçlü olup ses getirmesini sağlıyor, hem de toplumsal bellekte yer almasını sağlıyor. Biri Diyarbakır Cezaevinde kardeşinin kaldığını anlatırken şey demişti. 'Cezaevinde kötü şeyler yaşandığını tahmin edebiliyorduk, ama cezaevinde ne yaşandığını ta oradan birileri çıkıp da kitap yazınca öğrendik.' Şu anda elimizdeki teknolojiyle her şeye anında ulaşabiliyoruz. Bu yüzden yaptıkları şiddetin daha görünür ve hızla yayılması sağlanıyor. Özellikle Kürdistan'daki basın emekçileri en büyük baskı ve sansüre maruz kalıyor. Biz onlara göre daha şanslı bir konumdayız."
(sy)