'Toplumda yer edilebilmelerinin tek yolu İslami görünmeleri'
09:00
JINHA
İSTANBUL - Cinsel istismar ve cinsel şiddetin özellikle din merkezli kurumlarda gündeme gelmesine ilişkin konuşan DİK Şura Üyesi Süheyla İnal, "Kendi tahakkümcü lükslerinin, sömürgeciliklerinin, tecavüzcülüklerinin kılıfı olarak toplumda yer edinebilmelerinin tek yolu İslami görünmeleri" dedi.
Karaman'da Ensar Vakfı'na bağlı evlerde çocuklara uygulanan cinsel istismar olayının gündeme gelmesinin ardından dini eğitim veren birçok ev, kurum ve okulda cinsel istismar olayları arka arkaya yaşandı. Cinsel istismarın özellikle kendilerini din merkezli olarak tanımlayan kurumlarda ortaya çıkmasını değerlendiren, Demokratik İslam Kongresi (DİK) Şura Üyesi Süheyla İnal, "Yaşanılmayan İslam'ın sonucunda bugün ki Müslümanlar ortaya çıkmıştır. Anlaşılmayan Kur'an ile birlikte tecavüz kültürü toplumumuzda hâkim kılınabilmiştir" diye konuştu.
'Tecavüz kültürünün temeline inmek gerekiyor'
Yaşanan çocuk istismarlarının dindar kesimden çok toplumun genel sorunu olduğunu belirten Süheyla, istismar ve cinsel şiddetin temelinde 5 bin yıllık tahakkümcü, egemen, eril zihniyetin olduğunu söyledi.
Kadına vurulan darbenin toplumun her kesimine vurulduğunu kaydeden Süheyla, "Kabul etsek de etmesek de bugün Kürdistan'da Türk devleti tarafından egemen zihniyet, anlayış hala Kürtlerin ve diğer halkların kimliğini kabullenememiştir. İnkar ve imha sistemi çerçevesinde hala teslim alma çabaları mevcuttur. Kadın üzerinden toplumlar vurularak aslında yaşam öldürülüyor, katlediliyor. Çünkü tecavüzün kendisi budur. Bir toplumun bütün hücrelerini yok etmenin adı tecavüzdür. Bu tecavüz kültürü kendini; bir çocuğa, kadına, cezaevindeki insanlara, insanların topraklarını ellerinden alarak yurduna tecavüz, havayı, suyu kirleterek, canlıları öldürerek ekolojiye tecavüz olarak göstermektedir. Bu yine eril, egemen, tahakkümcü zihniyetle alakalıdır" şeklinde açıkladı.
'Saltanatlaşmış Emevi dini'
İstismarı normalleştirme sürecinin ise özellikle "yandaş medya" ile yapılmaya çalışıldığının altını çizen Süheyla, "Maalesef ki en acı en çirkin en kötü en dile getirilmesi zor olan tecavüzlerin bile medya eliyle normalleştirilmesi gündemde. Ensar Vakfı örneğinde olduğu gibi, derin devlet haline gelmiş hükümet eliyle İslam ve din kılıf edinilerek en büyük darbe biraz da İslam'a vurulmakta. Çünkü kendi tahakkümcü lükslerinin, sömürgeciliklerinin, tecavüzcülüklerinin kılıfı olarak toplumda yer edinebilmelerinin tek yolu İslami görünmeleri. Kur-an'dan uzaklaştıran, Kur-anın anlamına, Vahyin yaşama aksettirilmesine karşı olan bu 'saltanatlaşmış Emevi dini', topluma İslam olarak yansıtılmakta. Bunun çerçevesinde Kur-andan, Vahyin özünden uzaklaşmış bir toplum da, kendi samimi duygularına hitap eden yeni argümanlarla birlikte bunlara kanmakta" şeklinde belirtti.
'Tecavüzcülerin aklanması yoluna gidiliyor'
"Şuan da 'tecavüzcünün tecavüz ettiği kişiyle evlenmesi' yasa tasarısı hazırlanıyor" diyen Süheyla, bunu kabul edilemeyecek olduğunu ifade etti. Daha önceden olsa bir kadına el uzatıldığında dahi halkların ayaklandığını hatırlatan Süheyla, "Öyle bir hale getirildi ki Ensar'dan sonra hemen hemen Türkiye'nin birçok ilinde bu kurumlarla bağlantılı olarak çalışan evlerde, 'sevgi evlerinde' hatta Nizip'te Afat kampında 30 dan fazla çocuk tacize, tecavüze uğruyor. Bitlis'te yine Ensar Vakfı'na ait bir evde 9 kadın tecavüze uğruyor. Fakat hala çıkıp Ensar vakfının yani bir kurumun nasıl aklanacağı üzerine konuşuluyor. Tacize uğrayanın yanında değil, tecavüzcülerin aklanması yoluna gidiliyor" diye konuştu.
Beyaz köle çocuklar…
Çocuklara yönelik cinsel istismarın dünyanın birçok yerinde yaşandığını belirten Süheyla, "Britanya İmparatorluğu 1850'lerden 1940'lara kadar bir yasa hazırlıyor. 1922'de 'çocuk göçü kanunu' çıkarılıyor ve 500 bin civarında çocuğu ailelerinden kopararak 'ıslah' adı altında Avustralya'ya gönderiyor. 1930'lardan 1970'lere kadar Britanya ve İspanya Krallığı birlikte o dönemde kendi çocuklarını sömürgelerine göndererek, ülkelerin yer altı ve yerüstü zenginliklerin sömürebilmek adına oradaki halkların kültürlerini, inançlarını özellikle Avustralya halklarının yok edilmesinde kültürlerinin, dillerinin, inançlarının yok edilmesinde bir araç olarak kullanıyor. Buradaki kamplarda dini eğitim adı altında papaz ve rahiplerin gözcülüğünde köle gibi çalıştırılan çocuklar din adamlarının cinsel istismarına uğruyor. Nottingham'lı bir sosyal hizmet uzmanı olan Margaret Humpreys, 1970'lerde bunun farkına varıyor. Ve bunun mücadelesini veriyor. Uzun yıllar inkar ediliyor, tecavüzcüler aklanmaya çalışılıyor. 1993 yılında Hıristiyan Kardeşler Kurumu özür diliyor. 2001 yılında ise Katolik Kilisesi bu çocuklardan ve ailelerinden özür diliyor. Fakat 100 yıl geçtikten sonra gerçekleşiyor bu" şeklinde anlatıyor.
'Devlet politikalarının rengi yoktur'
Devlet politikalarının renginin olmadığını dile getiren Süheyla, "Egemen anlayış tecavüz eder fakat tecavüz edenleri aklar savunur. Bu şuanda bizim toplumumuzda yaşandığı için biz Müslümanlar için bir yüz karasıdır. Ayet-i Kerime de, 'bir insanın öldürülmesi tüm insanlığın öldürülmesi anlamına gelmektedir' der. Yaşanılmayan İslam'ın sonucunda bugün ki Müslümanlar ortaya çıkmıştır. Anlaşılmayan Kur-an ile birlikte tecavüz kültürü toplumumuzda hâkim kılınabilmiştir. Bu yüzden Kur -anın ilk emrinde olduğu gibi okuyarak, anlayarak, anladığını yaşayarak ve yaşadığını da anlamlandırarak yaşandığında Müslüman olunur. Vahyin kalbimize inmesi, Kur-an'ın kalbimize inmesi yaşamsallaştırılması aslında zalimlere karşı duruşumuzu ortaya çıkaracaktır. Ve aynı zamanda kadının 5000 yıllık kölelik tarihine karşı duruşumuzu ortaya koyacaktır. Var olan rivayet kültürüyle kadınla vurulmak istenen toplum kadınla aslında ayağa kaldırılacaktır" dedi.
(ce-rt/ck/dk)